Haziran 25, 2009

Günlük - VIII

İrmik ve Bulgur tam olarak nedir?

İrmik kırılmış buğdaymış. İrmik için bilinen en sert buğday çeşidi olan Durum buğdayı kullanılıyormuş. Buğday kırılıp kabuk ve kök kısımları ayrıldığında kalan besin yüklü kısım parçacıkları irmikmiş. Makarna da irmikten üretiliyormuş. [>]

Bulgur ise belki de irmikten biraz daha ilginç; aslında ben bulguru öğütülmüş buğday sanıyordum ama değilmiş.

Bulgur üretmek için önce buğday ıslatılırmış. Bu aşamada suyun buğdayın içine adamakılı işleyip, buradaki nişastayı ıslatması gerekiyor. Bunun ardından buğday bir iki saat kaynatılırmış. Kaynatma esnasında buğdayın içindeki beyaz nişastalı kısım tamamen jelatinleşip bulgurun o bildiğiniz şeffaf dokusunu kazanıyormuş. Kaynatma işlemi nedeniyle besin değerinde azalma olmaması için kazanda su kalmamasına dikkat edilirmiş (yani pilav yapar gibi kaynatılırmış). Bunun ardından kaynatılmış buğdaylar örneğin güneşe serilerek kurutulurmuş. Kuruduktan sonra kabuğu soyulur, ardından da kırılırmış ve böylece ortaya bulgur çıkarmış. Bulgur Türk, Orta Doğu, Akdeniz ve Hint mutfaklarında tüketilirmiş ve mesela pirinçten daha besleyiciymiş. [1][2]

Vücudumuzdaki Moleküler Makine: ATP Synthase [>]

ATP Sintaz bir enzim, yani bir tepkimeyi hızlandıran bir molekül. İşte tepkime de bu:

ADP + Pi → ATP

ATP molekülü vücudumuzda kullanılan birincil enerji depolama biçimi. Vücudumuz enerji gerektiren bir iş yapacağı zaman ATP'yi parçalayarak ADP ve inorganik fosfata (Pi) ayırıyor ve bu esnada açığa çıkan enerjiyi kullanıyor. Elde bir miktar serbest enerji olduğunda da ADP ve fosfat gerisin geriye birleştirilerek bu enerji sonra kullanılabilecek bir biçime dönüştürülebiliyor. İşte ATP sintaz'ın yaptığı iş de bu, yani ortamdaki enerjiyi kullanarak ADP ve fosfat moleküllerini birleştirerek ATP üretmek.

Şekil: ATP Sintaz. Şekilde proton akışı
aşağıdan yukarıya doğru gerçekleşiyor.

Enzimin şaşırtıcılığı şurada: Enzim tıpkı bir değirmen gibi çalışıyor. Bu dev molekül Mitokondri'de, iki ortamı birbirinden ayıran bir zarın tam üzerinde bulunuyor. Ortamların birinde oksijenli solunum süreçleri sonucu buraya pompalanmış fazladan protonlar bulunuyor ve bu protonlar geldikleri ortama geri dönmek istiyor. Protonlar, dönüş yolculuklarını ATP sintazın içinden geçerek yapıyorlar, ve bu akış esnasında dev protein tıpkı bir değirmen gibi dönüyor.

Molekülün dış bölümlerinde ADP ve Pi'lerin yapışabileceği bölgeler bulunuyor (toplam üç çift için). Molekülün ortasındaki motorlardaki krank'a benzeyen yapı dönüşle birlikte bu bölgelerin tıpkı ceviz kıracağı gibi kapanıp, ATP sentezlemesi, sonra geri açılıp üretilen ATP'nin ortama salınması, sonrada yeni ADP-Pi çiftinin alınması döngüsünü düzenliyor. ATP sintaz bir turda 3 ATP sentezleyebiliyor.

ATP sintaz hakkında birkaç ilginç bilgi:
  • Bu moleküler makinenin bir özelliği de çalışma döngüsünün geri çevrilebilir olması, yani makine ATP fazlalığı durumunda ATP'leri parçalayarak iki ortam arasında bir proton pompası işlevi görebiliyor.
  • Mitokondri ATP sintazı es geçerek, yani iki ortamı ayıran zarda kısa devre yaparak protonların serbestçe akmasına izin verebiliyormuş. Burada akan protonların enerjisi doğrudan ısı enerjisine dönüşüyormuş ve vücudumuz bunu bir ısı üretme mekanizması olarak kullanıyormuş.
ATP sintaz hakkında resim ve animasyonlar için örneğin buraya bir göz atabilirsiniz.

Kısa kısa..
  • (Bunu ben niye daha önce düşünemedim dedirten) çevreye duyarlı bir klozet tasarımı [>]
  • En güzel 10 bilgisayar [>] (unutmayın ki güzellik bakanın gözündedir)
  • Dünyanın en uzun süredir yanan ampulü, yüzyıllık ışık [>]
  • Uncyclopedia'daki Tarkovsky sayfası [>]
  • Uzaylılarla haberleşmenin de bilimi varmış [>]
  • Protein folding [>]
  • Kaşar peyniri [>]
  • Anaerkil toplum [>]
  • Büyükanne Moses [>]
  • Dans salgını [>]
  • Haşhaşinler [>]
  • Numbers station [>]
  • Holocaust hoax [>]
  • Balina kusmuğu [>]
  • Korsan film jargonu hakkında bilgi [>]
  • Mitokondrial DNA'nızı neden sadece annenizden aldığınızı hiç merak ettiniz mi? Ben etmemiştim ama başka bir şeyi merak ederken öğrendim sebebini. Belki biliyorsunuzdur, mitokondrinin DNA'sı hücre çekirdeğinde değil, kendi üzerinde bulunuyor. Bir spermin yumurta hücresi ile birleşmesi esnasında spermin hücre çekirdeği dışındaki kısmı yumurta içine alınmıyormuş. Bu sebeple de erkeğin mDNA bilgisi hiçbir zaman çocuğuna iletilemiyor, çocuk doğrudan annesinin mDNA'sını taşıyormuş.

Şubat 09, 2009

Playstation 3 Yazısı

Birkaç hafta kadar önce bir PS3 aldım. Niyetim evde Blu-ray Disk (BD) destekli bir media center oluşturmak, ara sıra da oyun oynamaktı. Bu süre zarfında cihazın özelliklerini, neler yapıp neler yapamadığını öğrenme fırsatım oldu, bu deneyimi de sizlerle paylaşmak istedim.


PS3 Bir Nedir?

PS3 basitçe bir BD optik okuyucusu ve kablolu/kablosuz ağ bağlantısı olan dayanıklı bir bilgisayar. Elbette özellikle oyunlar, yani grafik yoğun uygulamaların ihtiyaçları göz önünde bulundurularak geliştirilmiş, ancak ortaya çıkan ürün yüksek işlem gücü gerektiren bazı bilimsel hesaplamalar da dahil pek çok iş görebiliyor. Cihaz PS1, PS2 (bazı modeller) oyunlarını çalıştırabiliyor, DVD ve BD disklerini ve pek çok video dosyasını oynatabiliyor, müzik CDsi ve çeşitli ses dosyalarını çalabiliyor, fotoğraflarınızı görüntüleyebiliyor. USB girişleri sayesinde cihaza USB disk, webcam, game controller, fare veya klavye bağlanabiliyor, Bluetooth desteği sayesinde Bluetooth headset bağlanabiliyor. Cihaz 1080i ("Full HD") görüntü üretebiliyor ve AV (kompozit), HDMI, Component, optik ses giriş/çıkışları bulunuyor. Üzerindeki sabit disk sayesinde çoklu ortam dosyalarınızı cihazın içinde saklayabiliyorsunuz. "Remote Play" özelliği sayesinde Playstation Portable (PSP) ile cihaza bağlanıp belli işler yapmak ve PS1 oyunlarını yine PSP üzerinde oynamak mümkün. Cihaz (gigabit) ethernet üzerinden kablolu olarak, veya wireless (b/g) üzerinden yerel ağa/internete bağlanabiliyor, ayrıca ağ üzerindeki uPnP destekli çokluortam sunucularını görüyor ve bunların üzerindeki veriye erişebiliyor.

Şimdi cihazın temel işlevi olan oyunlardan biraz bahsedeyim.

PS3 İle Oyun Oynamak

PS3 ile oyun oyunmak keyifli bir deneyim; cihaz özel CELL genişbant motoru (merkezi işlemci) ve güçlü grafik işlemcisi RSX ("Reality Synthesizer") ile harikalar yaratıyor. Oyunlar BD üzerinde satılıyor. BD'lerin standart yazılabilir DVD'lerden 10 kat fazla veri taşıyabilmesi oyunlar için aşikar bir avantaj, en basitinden oyun geliştiricileri oyunun içine dilediği kadar film koyabiliyorlar, ayrıca oyunların ihtiyaç duyduğu veri alanı zaman içerisinde sürekli büyüdüğü için bu PS3'ün ömrünün uzun olacağı anlamına geliyor.

PS3'ün controller'ı USB kablo ile doğrudan cihaza bağlanabildiği gibi kablosuz olarak da kullanılabiliyor (Bluetooth üzerinden bağlanıyor). Kablosuz kullanımda Bluetooth'tan kaynaklanan bir sorun yaşamadığımı belirtmeliyim, yani cihazı tanıtma, tepki süresinde gecikme gibi sorunlar yaşanmıyor. Controller'ın pil ömrü yaklaşık 30 saat, şarjı da birkaç saatte tamamlanıyor. PS3, 7'ye kadar controller destekliyor, yani oyun destekliyorsa 7 kişiye kadar karşılıklı oyun oynayabiliyorsunuz.

Piyasada iki tip controller bulunuyor, SIXAXIS ve Dualshock 3. Dualshock SIXAXIS'in tüm özellikleri dışında titreşim ("rumble") özelliği de barındırıyor. Benim cihazımın (80 Gb) ambalajından bir adet Dualshock 3 controller çıktı.

SIXAXIS'in özelliği controller'ın her üç kartezyen eksen etrafındaki dönüş açılarını ve yine bu eksenler üzerindeki doğrusal ivmeyi ölçebiliyor olması. Kısaca PS3 belli bir anda controllerın üç boyutta hangi açıyla durduğunu ve ne yöne ivmelendiğini öğrenebiliyor. Bu özellik sayesinde araba yarışı oyunlarında controller direksiyon gibi kullanılabiliyor, bazı shooter oyunlarında da bir tüfek gibi aşağı yukarı sallayarak pompalı tüfeğinize mermi sürebiliyor(muş)sunuz.

Controllerın üzerinde toplam 14 düğme var. Bunların 4 tanesi standart Playstation düğmeleri, 4'ü de yön düğmeleri ("D-pad"). İki adet başparmak joystick'inin altında da (bunlara bastırarak kullanılan) birer düğme var. Dört adet omuz düğmesinden alttaki ikisi özel düğmeler, bunlar tetiğe benziyor ve aslında tam anlamıyla düğme değiller; üzerlerine ne kadar basıldığını ölçebiliyorlar ve araba yarışı oyunlarında gaz veya fren pedalı olarak kullanmaya çok uygunlar bu özellikleri nedeniyle.

Özetle PS3'ün controllerları sofistike cihazlar, ancak elbette özellikle shooterlar üzerindeki düğmelerin tamamını kullandığı için 14 düğmenin birden (ve kombinasyonlarının) ne iş yaptığını öğrenmek ve bunları birbirine karıştırmadan kullanabilmek zaman alıyor. Ayrıca benim gibi eski PC gamerlardansanız, yani shooterları fare ile oynamaya alışkınsanız, joystiği insan başta yadırgıyor ve nişan almakta zorlanıyor, ama zamanla da alışıyor.. Bu noktada joystik'in hassasiyeti çok önemli.

Controllerlar bilgisayara USB üzerinden bağlanarak şarj edilebiliyor. PS3 controllerları sadece açıkken şarj ediyor, standby konumundayken etmiyor. Ayrıca controllerları basit USB adaptörleri ile şarj etmek mümkün değil (bu tür adaptörler iPodlar da da işe yaramıyor).

Benim iki adet USB arayüzlü PC gamepad'im vardı. PS3 ikisini de gördü. Ayrıca PS3 USB'den bağladığım ilk webcam'i de tanıdı. Webcam, PSN arkadaş listenizdekiler ile görüntülü chat yapabilmenizi sağlıyor. Ses girişini ise bir bluetooth headset veya USB kulaklık takımı ile sağlayabiliyorsunuz. En büyük eksik Skype bence, PSP üzerinde var ama PS3 üzerinde Skype uygulaması bulunmuyor.

Oyunlara gelirsek..

En klasik (ve eski) PS3 oyunları Motorstorm ile Resistance. Bunlar PS3 ile birlikte çıkmış, cihazın neler yapabildiğini gösteren başarılı oyunlar. Motorstorm'un kötü tarafı sadece tek kişiyle oynanabilmesi. Resistance'da da "save" sistemi bulunmuyor, öldüğünüzde son eriştiğiniz checkpoint'e dönüyorsunuz. Çoğu PS3 oyunu 720p ("HD Ready") görüntü üretiyor.

Playstation Network'e (PSN) üye olarak Playstation Store'dan oyun demoları indirmek mümkün. Bir uyarı: PSN kaydı esnasında ülkenizi Türkiye olarak verirseniz Playstation Store'a giremezsiniz ("Playstation Home" uygulamasına da); "Bulunduğunuz ülke için Playstation Store bulunmamaktadır" hatası alırsınız. Yalancı bir yurtdışı adres vermek elbette mümkün, ancak bunun aşikar dezavantajı yanlış adres vermiş olmanın huzursuzluğu ve store'dan gönül rahatlığıyla alışveriş yapamamak (çünkü fatura adresi yanlış). Onun dışında bir sorun olmuyor. PS3'ün "işletim sistemi" (GameOS) birden fazla kullanıcı hesabını destekliyor, ancak bir kullanıcı PSN'ye kayıt olduktan sonra bir daha başka bir PSN hesabı ile giriş yapamıyor, veya o PSN hesabının ülkesini değiştiremiyor. Dolayısıyla bu tür bir sorun durumunda PS3 üzerinde yeni bir kullanıcı açıp, bu kullanıcıya başka bir PSN hesabı vermek gerekiyor. PSN kaydını bilgisayarınızdan da yapabiliyorsunuz.

PS3 arka planda dosya indirebiliyor ve indirilecekler listesi (ayrıca cihaz üzerinde kurulmuş olan oyun demoları ve çoklu ortam dosyaları) tüm kullanıcılar için ortak. Dolayısı ile Playstation Store erişimi olan PS3 kullanıcısı ile indirme(ler)i başlatıp hemen esas kullanıcınıza dönebilirsiniz, hatta esas kullanıcınızdan indirme listesindekileri durdurup yeniden başlatabilir veya iptal edebilirsiniz.

Oyun demolarının boyutlarının 1.8 Gb'a kadar çıktığını ve 1 Gb üstü boyutların shooter tarzı oyunlar için olağan olduğunu belirtmeliyim. Dolayısıyla demo indirecekseniz şayet kotalıysa bağlantınızın kotasını takip etmenizde fayda var.

PS3 oyunlarının görüntü kalitesinin ve çerçeve değişim oranlarının ("frame rate") yüksek olması nedeniyle sara hastalarının özellikle büyük televizyonlarda oyun oynarken dikkatli olmaları gerekiyor, çünkü hızla yanıp sönen ışıklar kriz geçirmelerine neden olabiliyormuş.

PS3 Modelleri

Şu an Türkiye'de piyasada 80 Gb'lık modeller bulunuyor. Üretilmiş tüm PS3 modellerinin özelliklerini wikipedia'da bulabilirsiniz. Bende de bir 80 Gb'lık model var ve şu an üzerindeki sistem yazılımının sürümü v2.60 . Bu model'in ön kısımda iki adet USB girişi var. Cihazı yatık şekilde (bir DVD oynatıcı gibi) ve biraz alçak bir yere koyduğunuz taktirde bu çıkışlara erişmek biraz zor oluyor. Eski modeller gibi arkasında USB girişi olmaması bir dezavantaj, çünkü arkadaki bir girişe bir USB HDD veya kablosuz klavye alıcısı bağlamak çok daha iyi olurdu, öndeki girişe yapılan bağlantılar çirkin görünüyor. Ayrıca eski modellerde bellek kartı okuyucu da bulunuyormuş.

Yeni modelin avantajı, işlemcisinin 65nm mimarisine göre üretilmiş olması; bu, cihazın elektrik tüketimini eski modellere kıyasla daha düşük olduğu anlamına geliyor. Şu an üretimde olan modeller (80 veya 160 GB) PS1 oyunlarını destekliyor ancak PS2 oyunlarını desteklemiyor.

Bana göre sistem biraz gürültülü çalışıyor. Cihazın kurulu olduğu odaya girdiğimde, TV açık olsa bile cihazın çalıştığını sesinden hemen anlayabiliyorum. Web'de okuduğum kadarıyla bunun sebebi cihazın ana fanının 15 kanatlı olmasıymış, 17 kanatlılar daha sessiz çalışıyormuş. SONY ses konusunda bir eksi puan alıyor benden. Öte yandan yine de cihazın Xbox360'dan daha sessiz olduğunu bir kaç yerde okudum ve videolardan dinledim. PS3 buzdolabı gibi çalışırken Xbox360 traktör gibi çalışıyor. Sonuç olarak ben PS3'ü gürültüsünden ötürü salt bir BD oynatıcı olarak önermiyorum.

Sabit disk boyutuna gelirsek. Elbette büyük sabit diskli bir cihaz daha cazip, özellikle de videolarınızı cihaza taşımaya ve oyun demoları indirmeye başladığınız noktada. Öte yandan PS3'ün sabit diski oldukça kolay bir şekilde değiştirilebiliyor, bu işlem garantiyi bozmuyor, hatta cihazın kullanım klavuzunda değişikliğin nasıl yapılacağı da anlatılıyor. Cihaz laptop tipi (2.5 inç) ve SATA'lı HDD kullanıyor ve web'den okuduğum kadarıyla bu iki şartı taşıyan herhangi bir HDD ile çalışıyor. Şu an 500 Gb HDD'ler piyasaya yeni çıkmış durumda ve fiyatları yaklaşık 250 TL civarında. Dolayısıyla eski model bir PS3 alma imkanınız varsa önemli kriter HDD kapasitesi değil güç sarfiyatı diye düşünüyorum. Ah bu arada PS3 sistem yazılımının HDD yedekleme ve yedekten geri alma işlemi mükemmel bir şekilde yapabildiğini belirteyim. İşlem sabit diskin doluluğuna da bağlı olarak toplam 2 saati bulabiliyor (yedekleme+geri alma).

Bilgisayarınızdan PS3'e herhangi bir yolla bağlantı kurarak cihazın sabit diskine doğrudan erişmek maalesef mümkün değil. Erişim sadece dolaylı yolla oluyor, yani bilgisayarınızdaki bir dosyayı önce bir USB disk'e atıyorsunuz, sonra diski PS3'e bağlayıp dosyayı cihaza kopyalıyorsunuz; bunun tersi işlem de mümkün. Oyun "save"lerinizi de USB disk'e kopyalayabiliyorsunuz. İndirilmiş ama henüz kurulmamış, kurulmuş olan oyun demolarını bir USB disk'e kopyalamak mümkün değil. Cihazın içindeki sabit diskin üzerindeki dosya sisteminin ne olduğunu (veya içindeki dosyalara nasıl erişilebileceğini) bilen olmadığı için bu işlem şu an itibariyle tamamiyle imkansız.

Cihazın ambalaj kutusundan AV (kompozit görüntü ve ses) kablosu ve aynı kablo için skart çevirici çıkıyor. Kompozit görüntü kablosu veya skart HD TV sinyali taşıyamıyor, dolayısıyla TV'niz HD destekli ise ve bu özelliğini kullanmak istiyorsanız (!) PS3'ün yanında komponent+ses, veya televizyonunuzda girişi varsa bir HDMI kablosu almalısınız.

Remote Play ve PSP ile PS3'e bağlanmak


Remote play özelliği PSP ile PS3'e kablosuz ağ üzerinden bağlanarak PSP'nizi PS3 için küçük bir ekran ve controller haline getirebilmenizi sağlıyor.

Bağlantı kurabilmek için öncelikle PSP'yi PS3'e tanıtmak gerekiyor. Bu işlem USB kablo bağlantısıyla yapılıyor. Cihaz PSP'nin kablosuz ağ ayarlarına kendi yaratacağı WPA şifreli kablosuz erişim noktasının ayarlarını ekliyor.

PSP'de remote play bağlantısını doğrudan PS3'ün yarattığı kablosuz ağ üzerinden kurmak zorunda değilsiniz. PS3 bir kablosuz modeme bağlı ise PSP ile aynı modem'e bağlanmak da remote play'i başlatmak için yeterli. Kablosuz modemin alanı PS3'ünkinden daha güçlü olduğunda bu yol daha kullanışlı oluyor. PS3'deki kullanıcı PSN'ye giriş yapmış durumda ise PSP ile dünyanın herhangi bir yerinden bu PS3'e bağlanmak mümkünmüş, ama bunu hiç denemedim. PS3 bize kablosuz ağ erişim noktası yaratmadan remote play'i etkin hale getirebilme seçeneği sunmuyor.

Remote play ile PSP üzerinden yapabildiğiniz ve yapamadığınız bazı şeyler:

  • PS3'ün sistem menüsüne (XMB) erişip bazı ayarları değiştirebilirsiniz; ancak remote play'de her ayar'a erişim mümkün değil.
  • PS3'ün kendisi veya bağlı bir USB disk üzerindeki videoları izleyebilir, müzikleri dinleyebilir, resimlere bakabilir, bunlar üzerinde kopyalama ve silme gibi işlemler yapabilirsiniz.
  • PS1 oyunları oynayabilirsiniz. PS3 oyunları oynayamazsınız. PS2 oyunları hakkında bilgim yok.
  • Playstation Store'a girebilir, alışveriş yapabilir, download başlatabilirsiniz. Downloadları durdurup yeniden başlatabilir, silebilir, inmiş demoları kurabilirsiniz. Ben remote play'i en çok bu özelliği için kullandım, TV meşgulken uzaktan bu işleri yapabilmek büyük kolaylık.
  • PS3 üzerindeki aktif kullanıcıyı değiştiremezsiniz.
  • Bazı oyunlar PSP'yi de kullanabiliyormuş, örneğin bir araba yarışı oyunu PSP'yi dikiz aynası olarak kullanıyormuş ama hangi oyun olduğunu bilmiyorum. Bu tür oyunların sayısı azmış ve PSP destekleyen bir oyun karşıma hiç çıkmadı.
  • PS3'ü kapatabilirsiniz.
  • Stand-by'daki PS3'ü açabiliyorsunuz. Ancak bu özelliği PS3'ün sistem ayarlarından etkinleştirmeniz gerekiyor ve etkinleştirdiğiniz taktirde PS3'ünüz aslında hiçbir zaman tam anlamıyla stand-by'a geçmiyor, çünkü PSP bağlantısını beklemek için wireless erişim noktasını sürekli açık tutmak, ve yine ethernet'i dinlemek zorunda. Bu ilave güç tüketimi ve etrafta gereksiz elektromanyetik ışınım demek ve ben bu özelliği kullanmıyorum. Özelliği etkinleştirme esnasında sorulan ilgili soruya evet yanıtı verirseniz PS3'ünüze remote play ile dünyanın herhangi bir yerinden internet üzerinden erişebiliyorsunuz. Bunun için PS3'ün PSN'ye giriş yapmış olması gerekiyor (ve bir ihtimal ADSL modemde port forwarding ayarları yapmak/uPnP'yi aktive etmek gerekir).
Çokluortam

PS3 ağ bağlantısı, çeşitli codec ve taşıyıcı biçimleri ("container") desteklemesi, bazı video dosyaları ile birlikte gelen alt yazıları desteklemesi, dahili sabit diski, USB disk desteği, uPnP medya sunucusu desteği ve BD optik okuyucusu sayesinde neredeyse tam bir ev çokluortam merkezi çözümü sunuyor. Neredeyse diyorum çünkü PS3 her codec ve taşıyıcı biçimini desteklemiyor.

PS3 aşağıdaki ses dosyalarını çalabiliyor:
  • mp3 (CBR ve VBR)
  • wav
  • AAC (3gp taşıyıcısı içindeyse)
  • ATRAC (SONY'nin kendi codec'i)
PS3 vorbis codec'ini desteklemiyor ve çalabildiği bir kayıpsız ses dosyası biçimi bulunmuyor (örneğin flac). Müzik CD'lerini AAC (.3gp), mp3 (.mp3), atrac (.aa3) codecleri ile kayıplı olarak sıkıştırarak dahili diskine kopyalayabiliyor, bu dosyalar sonradan bir USB diske kopyalanabiliyor. Sıkıştırma için bitrate'i 256Kb ve üzeri bir değer verdiğiniz taktirde ortaya çıkan dosya hangi codec kullanılırsa kullanılsın, orijinalinden duyulabilir bir fark taşımayacaktır.

Eğer internete bağlıysa PS3 bir müzik veritabanını sorgulayarak takılan müzik CDleri hakkında bilgi indirebiliyor. Mp3 içine gömülü albüm resimlerini tanıyıp görüntüleyebiliyor, çalan müziğe şık görüntüler ile eşlik edebiliyor.

BD'ler ile ilgili ilginç bulduğum bir özellikten bahsetmek istiyorum. Bir BD oynatıcı, BD standardının parçası olan BD-J (Blu-Ray Disc Java) işletebilmek zorundaymış. BD-J, DVD menülerinden daha gelişkin, etkileşimli içerik yaratabilme olanağı veren kırpılmış bir Java ortamı. BD-J ile resim-içi resim (PiP), internet erişimli içerik ve hatta basit oyunlar bile yaratılabiliyormuş. Sanırım BD-J destek zorunluluğu, BD oynatıcılarının fiyatının yüksek olasındaki nedenlerden biri. PS3 elbette BD desteklediği için BD-J de destekliyor, ve bu destek sayesinde ilginç işler yapılabiliyor. Örneğin BD-J kodu ile NES emülatörü yapılabiliyormuş. Bu arada Blu-ray, ismini okuyucunun kullandığı lazer ışınının rengi olan mavi'den alıyor.

Cihazın oynatabildiği video biçimlerine gelirsek. mp4 taşıyıcısı içinde sadece AVC ve AAC codeclerini destekliyor, ttext altyazıları görüntüleyemiyor. AVI taşıyıcısına gömülebilen DivX ve Xvid streamlerini ("packed bitstream" olanlar dahil) görüntüleyebilip mp3 (VBR dahil) ve AC3 (Dolby Dijital, A/52 olarak da biliniyor) ses izlerini çalabiliyor. AVI dosyası yanına konulmuş herhangi bir altyazı dosyasını görüntüleyemiyor (ör. srt, sub). Windows Media (.wmv) taşıyıcısı içinde VC-1 videosu görüntüleyebiliyor, Matruşka (.mkv) ve Real Media (.rm) taşıyıcılarını ise okuyamıyor. PS3 VCD oynatamıyor.

PS3 ile "softsub" (yani açıp kapayabildiğiniz, birden fazla seçenek arasından birini seçebildiğiniz) altyazılı film dosyası izlemenin tek yolu DivX (.divx) taşıyıcısını kullanmak. Bu taşıyıcı AVI'ye oldukça benzemekle birlikte XSUB formatındaki altyazı stream'leri, çoklu ses streamleri ve etkileşimli menüler taşıyabiliyor. Aslında bu işler bazı tasarım boşlukları istismar edilerek AVI'de de yapılabiliyor, dolayısıyla DivX taşıyıcısı bahsettiğim boşlukların "adı konmuş" hali.

Dolayısıyla ben de filmlerimi PS3'e aktarmak için bu taşıyıcıyı kullandım. AVI video ve srt/idx+sub altyazılarınızı .divx taşıyıcısına koymak için AVIAddXSubs programı (MS Windows, ücretsiz) son derece kullanışlı. Program birden fazla filmi toplu olarak DivX taşıyıcısına çevirebiliyor, ve işlem sadece taşıyıcı biçim değişikliğinden ibaret olup transcoding yapılmadığı için hızlı oluyor (bilgisayarın hızına da bağlı olarak film başına azami ~5 dk.). Programın tek eksiği .sub altyazıları desteklememesi.

PS3 .mp4 dosyalar konusunda biraz seçici. Dolayısıyla .mkv dosyalarını .mp4'e remux yapmak, bunları PS3'de izleyebileceğiniz anlamına gelmiyor. Web'de okuduğum kadarıyla PS3 bitrate'i 160Kb üzerindeki AAC izini ve seviye 4.1 üzerindeki h264 izini oynat(a)mıyor.

Video dosyalarını mp4 taşıyıcısında PS3'ün oynatabileceği bir şekilde transcode etmek için "Handbreak" (MS Windows/Linux/OS X, ücretsiz) programını kullanılabilirsiniz. Program hedef h264 streaminin seviyesini 4.1'de tutuyor, CABAC entropy coding kullanıyor, b-çerçeve kullanmıyor. Programla bir adet altyazı stream'ini hedef görüntü stream'i üzerine "hardsub" olarak gömmek mümkün, yani altyazı resmin bir parçası haline getirilebiliyor.

.mp4/.mkv oynatamama sorunun etrafından dolaşmanın çeşitli yolları var, biri PS3'ün oynatmadığı stream'i yukarıda anlattığım gibi transcode ederek okuduğu bir stream'e dönüştürmek, ki bu görüntü kalitesini düşüren ve uzun zaman alan bir işlem. Öte yandan örneğin 5.1 profili bir h264 streaminin sadece .mp4 dosya başlığından seviye rakamını bir hex editör kullanarak PS3'ün kabul ettiği bir profile düşürmek zaman zaman işe yarayabilen bir yöntemmiş.

Bu sorunların tamamen etrafından dolaşmak, hatta yeni işler yapmak da mümkün. Bunun yolu bilgisayarınıza bir uPnP çokluortam sunucu yazılımı kurmak. Bu yazılımlar bilgisayarınızın erişebildiği tüm çoklu ortam dosyalarına PS3'ün de ağ üzerinden erişebilmesini sağlıyor. Bu yazılımların bazıları "on the fly transcoding" yapabiliyor, yani PS3 sunucu yazılımdan aslında oynatamayacağı bir dosya istediğinde, yazılım bunu gerçek zamanlı olarak PS3'ün oynatabileceği bir biçime dönüştürüp, karşıya o şekilde iletiyor. Ücretsiz, "on the fly transcoding" yapabilen bir uPnP yazılımı olarak "PS3 Media Server"ı önerebilirim. Program Java tabanlı olduğu için MS Windows/Linux ve OS X'de çalışıyor, üstelik isterseniz altyazıları video dosyalarının üzerine gömerek PS3'e gönderdiğinden, kısmi soft-sub'ınız oluyor. Yüksek kaliteli mp4 dosyalarının gerçek zamanlı transcode edilebilmesi için cidden güçlü bir işlemci gerektiğini hatırlatayım. Dönüşüm işini gerçek zamanlı yapmayıp, dosyayı uPnP sunucu üzerinde bulup sonra Ps3 içine kopyalama işlemi başlatarak asenkron olarak yapmak da mümkün.

Resim ve fotoğraflara gelirsek. PS3, jpeg, png, gif ve bmp formatlarındaki resim dosyalarını (oldukça şık şekillerde) görüntüleyebiliyor. Ayrıca USB üzerinden bağladığınız bir sayısal kameranın üzerindeki resimleri sabit diskine aktarabiliyor; bu şu ana kadar kullanmadığım ama şık bulduğum bir özellik. Benim burada yaşadığım sıkıntı, kamera ile çektiğim resim ve videoların bir arada bulunamaması oldu. Aynı gün çekmiş olduğunuz resimleri XMB'nin resimler kısmından görürken, videolara bakmak için Videolar kısmına geçmek zorunda kalıyorsunuz.

Özetle PS3'ün çoklu ortam özellikleri oldukça geniş ve tatmin edici. Öte yandan cihazla yapabildikleriniz oyun ve çoklu-ortam özellikleri ile sınırlı değil, üzerine Linux işletim sistemi kurarak PS3'ün gücünün kaynağına inmek ve CELL işlemcisinin gücünden yararlanmak mümkün.

CELL Genişbant Motoru


CELL BE PS3'ün merkezi işlemcisi, yani CPU'su. İşlemci SONY, Toshiba ve IBM ortaklığı ile tasarlanmış. PS3 dünyada bu işlemcinin en çok kullanıldığı ürün. CELL tasarımının başta gelen hedefi genel amaçlı donanım ile özel amaçlı donanım arasındaki boşluğu dolduran bir işlemci ortaya koymakmış. Burada genel amaçlı işlemci ile kasıt geniş bir uygulama yelpazesini işletebilen "masaüstü" bilgisayar işlemcileri, özel amaçlı işlemciye de örnek olarak gerçek zamanlı olarak görüntü sıkıştıran bir çip verilebilir. Bu tasarımdan yoğun iş yükü/veri akışı altında oyun, çoklu ortam ve genişbant uygulamalarında yüksek verim almak amaçlanmış.. ve alınmış da.

Peki bu beklentiler işlemci tasarımına ne tür farklılıklar olarak yansıyor? CELL'in üzerinde bir adet genel amaçlı işlemci (PPE-"Power Processor Element") ve 8 adet özelleşmiş yan işlemci (SPE - "Synergestic Processing Element") var. CELL asıl veri işleme gücünü SPE'lerden alırken, PPE'de SPE'ler arasındaki işbölümünü, iki yönlü veri akış koordinasyonunu ve diğer genel amaçlı görevleri icra ediyor.

PPE'nin sıradan bir 64 bit masaüstü işlemciden fazla bir farkı yok. İşlemci 3.2 GHz saat hızında çalışıyor ve iki adet donanım "thread"i çalıştırabiliyor, yani ideal koşullarda çift çekirdekli bir işlemci gibi davranıyor. PowerPC 970 mimarisi taşıyor, yani CELL işlemcisi aslında örneğin Apple'ın PowerMAC G5 bilgisayarları üzerinde çalışan programları doğrudan çalıştırabilen bir masaüstü bilgisayar işlemcisi gücünde. Dolayısıyla sadece PPE'yi kullanıp SPE'leri bir kenara bırakarak gündelik bilgisayar işleri yapmak mümkün, zaten PS3 üzerine Linux da bu sayede kurulabiliyor. Bu arada kurulacak Linux'un elbette PowerPC mimarisine göre, yani PPE'nin konuştuğu dile göre derlenmiş olması gerektiğini hatırlatayım; bu sebeple PS3 üzerine MS Windows veya OS X kurmak mümkün değil. SPE'lerin gücünü kullanmayan böyle bir sistemin performansı sıradan, hatta düşük olmaya mahkum elbette.

PPE'nin sıradan işlemcilerden farkına gelirsek. PPE "Out-of-order execution" işlem yapamıyor. Bu CPU'nun işlem gücünü artırmaya yönelik bir teknik, işlemcinin örneğin bellekten veri gelmesini beklerken çalışan programın başka kısımlarını işlemeye devam edebilmesi demek. PPE'nin donanımsal dallanma tahmini olanağı da kısıtlı. Bu yine CPU'ların işlem gücünü artıran bir yöntem; kod işletilirken bir dallanma gerçekleşecekse CPU dallanmanın hangi yönde olacağını tahmin eder ve bir yandan o yöndeki kodu işlemeye çalışır. PPE'ye yazılım yoluyla dallanma ipuçları verilip bu özellik biraz zahmetle de olsa kullanılabiliyor. Bu özelliklerin eksikliği görece basit bir işlemci mimarisi (CELL BE üzerinde toplam 9 işlemci bulunmasına rağmen 200 milyon, Core duo işlemciler ise 150 milyon transistör barındırıyor) ve öngörülebilir performans olarak artılara dönüşüyor. PPE ayrıca bu eksilerini 3.2 GHz'lik yüksek saat hızı ve iki donanım thread'i desteği ile kısmen kapatıyor ama zaten masaüstü işlemciler gibi olmak gibi bir derdi yok PPE'nin..

PPE'nin çift duyarlıklı ("double precision") matematik işlemlerde 6.4 Gflop/s, IEEE standardına uymayan tek duyarlıklı ("single precision") ondalık işlemlerde ise 25.6 Gflop/s işlem gücü var. Karşılaştırma bakımından, dört çekirdekli bir i7 965 XE işlemci çift duyarlıklı matematik işlemlerde 70 Gflop/s performans, günümüzün sıradan bir çift çekirdek masaüstü işlemci de yaklaşık 15 Gflop/s performans üretiyor ondalıklı matematik işlemlerde.

PPE hakkında küçük bir not düşerek SPE bahsine geçeyim. Microsoft'un rakip oyun konsolu Xbox 360'nın merkezi işlemcisi Xenon'da, PPE'ye oldukça benzeyen 3 adet çekirdek bulunuyor.

SPE'lere gelirsek, yukarıda da bahsettiğim gibi CELL'in asıl gücü SPE'lerde yatıyor. PPE'den farklı olarak bu işlemciler gündelik işlerde kullanım için pek uygun değiller. SPE'lerin tasarım amacı akan veriyi mümkün olan en hızlı biçimde işlemek. SPE'lerin klasik işlemcilerden en büyük farkı vektör işlemci (SIMD) olmaları, yani bir işlemi bir grup verinin tamamı üzerinde bir kerede yapabilmeleri. CELL'in yüksek işlem gücünün kaynağı da bu işte bu, yani çeşitli matematik işlemlerin 6 adet SPE üzerinde vektörize olarak yapılabilmesi var. SPE'ler aynı anda 2 adet çift duyarlıklı sayı veya 4 adet tek duyarlıklı sayı üzerinde aynı matematiksel işlemi yapabiliyor.

SPE'ler ana bellek üzerindeki programları çalıştıramıyor ve sistem üzerindeki donanıma erişimleri de oldukça kısıtlı. Her SPE'nin çalıştırdığı programı, programın kullanacağı belleği, yığını ("stack"), ve DMA tamponunu (buffer) barındırmak için 256 KiB kadar kendine ait belleği bulunuyor. Aslında her bir SPE, 256 KiB RAM'i olan küçük bir bilgisayara benzetilebilir. SPE'lerin muazzam kayıt dosyası ("register file") 128 bit uzunluğunda tam 128 adet kayıt ("register") barındırıyor. Her bir SPE, IEEE standardına uymayan tek kesinlikli matematik işlemlerde 25.6 Gflop/s ve çift kesinlikli işlemlerde 1.8Gflop/s kuramsal işlem gücüne sahip.

SPE'ler doğrudan PowerPC kodu çalıştıramıyor, bu işlemcilerin kendi komut kümeleri var. Bu nedenle SPE üzerinde çalışacak olan kod, PPE kodundan ayrı derleniyor. PPE'nin orkestra şefi rolü burada açığa çıkıyor, çalışacak kodu SPE'ye PPE yüklüyor, başlatıyor ve çalışmasını izliyor. SPE'nin belleği toplam 256 KiB olduğu için SPE kodu yazılırken kodun boyutu konusunda dikkatli olmak gerekiyor; farkında olmadan koyduğunuz bir "printf" komutu bile SPE'ye gidecek olan kodu hiç ummadığınız kadar büyütebiliyor örneğin.

Normalde CELL işlemcisinin üzerinde 8 adet SPE bulunuyor. Ancak üretilmiş çipler içinde bir adet arızalı SPE bulunanları çöpe atmamak, dolayısıyla çip üretim verimini artırmak için SONY PS3'de kullanılan CELL işlemcide bir adet SPE'yi kapalı tutmayı tercih etmiş. Yani eğer çip üzerinde arızalı bir SPE varsa bu kapatılıyor, SPE'lerin 8'i birden sağlamsa da sağlamlardan biri kapatılıyor. PS3 ayrıca SPElerden birini kendi kullanımı için ayırıyor, dolayısıyla uygulamalar toplam 6 SPU kullanabiliyor.

CELL işlemcisinin bileşen şeması

CELL işlemcisinin zor programlanmak gibi kötü bir şöhreti var. Zorluk kısmen göreceli, eğer multithreaded programlamadan anlıyorsanız CELL programı yazarken daha az zorlanıyormuşsunuz. Multithreaded program, programınızın aynı anda ve birbirleriyle koordineli olarak çalışan birden fazla küçük programdan oluşması demek.

SPE'lerin bellek erişim modeli CELL programlamanın bir başka güçlüğünü ortaya çıkarıyor. SPE'ler ana belleğe doğrudan erişemiyorlar, bu iş PPE kullanılarak "el ile", veya DMA kullanılarak, yine "el ile" yapılıyor.

Sonuç olarak CELL işlemcisinin gücünü en iyi biçimde kullanabilmek için işlemcinin iyi anlaşılması ve genellikle de programların mimarisinin yeniden biçimlendirilmesi gerekiyor. Belki de PS3 oyunlarının pahalı olmasının nedenlerinden biri budur..(oyun fiyatları 70-180 TL arasında değişiyor)

PS3'ü Bilimsel Çalışmalarda Kullanmak

CELL işlemcisi tek duyarlıklı matematik işlemlerde kuramsal olarak yaklaşık 153.6 Gflop/s'lik muazzam bir işlem gücüne sahip ve bu durum da elbette bilim insanlarının dikkatini çekmesine yetmiş, zira PS3 bu performansı sunabilen piyasadaki en ucuz donanım seçeneği. Hatta PS3 ile bilgisayar kümeleri, kara delik, moleküler kafes dinamiği simülasyonları yapıldığı bilgisi çeşitli yerlerde karşınıza çıkmış olabilir. MIT'de PS3 programlama dersi bile açılmış. PS3 ve PC'ler üzerinde insanların gönüllü olarak çalıştırdığı bir bilimsel uygulama olan folding@home'un, PC'ler üzerinde çalııştırılan SETI@Home'a kıyasla 10 kat fazla işlem gücü üretmiş olması da PS3'ün gücünü bir kez daha ortaya koyuyor. Yaklaşık on yıldır süren bu iki proje bir yıl farkla başlatılmış ve PS3'ler folding@home'a ancak 2006 ortasından beri katkı veriyor.

PS3'ün bilimsel hesaplamalar için uygunluğu üzerine karşıma çıkan en kapsamlı çalışma burada [pdf]. Bu çalışmadan çıkan sonuç çok da iç açıcı değil, PS3'ün bilgi işlem kapasitesi çok yüksek, ama ciddi bir bilimsel hesap işinde kullanılmak için pek de uygun değil. Yani kullanabiliyorsunuz ama CELL BE programlama öğrenmek ve yüksek performansla çalışan kod yazmak için harcadığınız ilave zaman, CELL kullanmanın getirilerini karşılamıyor.

CELL'in bilimsel hesaplar için yetersiz olduğu noktalara gelirsek; işlemci muazzam işlem gücünü tek duyarlıklı ondalık sayılar üzerinde yapılan matematik işlemlerde ortaya koyuyor ancak tek duyarlıklı sayılar bilimsel hesaplamalarda ihtiyaç duyulan yüksek duyarlılık için her zaman yeterli olmuyor. Ayrıca CELL tek duyarlıklı sayı hesaplarını IEEE standartlarına uygun olarak icra etmiyor. CELL, işlem sonucu ortaya çıkan sayılarda yuvarlama yapmıyor, ek basamakları atmakla yetiniyor. NaN'ları ("Not a Number", örneğin eksi bir sayının karekökünü almaya çalıştığınızda üretilen sonuç) normal sayı gibi görüyor, denormal sayıları (sıfırdan büyük olan ilk sayı) sıfıra çeviriyor. Eh neticede 3D grafik veya video çözümleme için yapılan matematik hesapların bilimsel kesinlikte olması gerekli değil, bu herhalde maliyeti artırırdı.

CELL ile standartlara uygun çift duyarlıklı matematik işlem yapmak elbette mümkün, ancak bu durumda performans 14 kat düşüyor, ve masaüstü işlemci performansı seviyesine iniyor.

Bunlara sistemin ana belleğinin sadece 256 MiB olmasının ve CELL programlamanın uzmanlık ve normalden daha fazla emek gerektirmesi eklenince PS3'ün bilimsel hesaplar için pek uygun olmadığı sonucu ortaya çıkıyor. Ben yine de PS3'ün sinir ağları gibi yapay zeka uygulamaları için oldukça uygun olduğunu düşünüyorum.

PS3 Üzerinde Linux

PS3 üzerinde kurulabilecek şekilde derlenmiş çeşitli Linux sürümleri mevcut. Bunlardan en ünlüsü Yellow Dog Linux (YDL, "yum" programının kökeni olan işletim sistemi). Yurtdışında hazır YDL kurulu PS3 satın almak mümkünmüş. YDL'yi ayrıca ücretsiz olarak indirilerek kendiniz de kurabiliyorsunuz.

PS3 her ne kadar güçlü bir makine olsa da, GameOS dışında bir yazılımla kullanıldığında bazı performans sorunları ortaya çıkıyor. Örneğin cihazın 256 MiB olan ana belleği modern bir işletim sistemi için yetersiz. Ayrıca PS3 bu işletim sisteminin ancak bir "Hipervizör" altında çalışmasına izin veriyor. Hipervizör, ikinci işletim sisteminin (ör. Linux) yazılımı ile PS3 donanımı arasında bir katman olan, ve cihazın üzerindeki neyin kullanılıp neyin kullanılamayacağını belirleyen bir yazılım.
  • RSX'e oldukça sınırlı bir erişim mümkün; donanım hızlandırıcıları ve 256 MB'lık grafik belleği kullanılamıyor. Bu durum öncelikle video oynatıcıları gibi çoklu ortam uygulamalarını vuruyor. Linux'ta video elbette izlenebiliyor ancak web'de belli sahnelerde çerçeve geçişleri esnasında "yırtılmalar" gözlendiğini okudum. Bunun sebebi donanım hızlandırıcılarının kullanılamaması olmalı. RSX'in Linux üzerinde de kullanılabilmesi için SONY'den yoğun bir talep var ancak bence bu hiçbir zaman gerçekleşmeyecek, zira bu durumda insanlar rahatlıkla oyun yazmaya başlayabilir ve PS3'ün pahalı oyunlarının pabucu biraz da olsa dama atılır.
  • Tüm sistem çağrılarının (ör. sabit disk erişimi) hipervizör üzerinden geçerek işlenmesi sistemi yavaşlatıyor.
Öte yandan ek işletim sistemi CELL işlemcisini SPE'lerle birlikte kısıtlama olmaksızın kullanabiliyor ve IBM CELL'in güçlü özelliklerini kullanma imkanı veren yazılım geliştirme kütüphanelerini ücretsiz sağlıyor. Dolayısıyla bilimsel hesaplamalarda CELL'in gücünü kullanmanın yolu PS3 üzerine Linux kurmaktan geçiyor.

Birkaç İpucu

Son olarak PS3 hakkında web'de bulduğum birkaç küçük ve faydalı olabilecek bilgi:
  • Cihazı yatık değil dik durumda kullanmaya karar verdiğinizde CD girişinin yanındaki Playstation logosunu da doğru yöne bakacak şekilde çevirebiliyosunuz :)
  • PS3'ünüzü HDMI veya komponent üzerinden televizyona bağlamıştınız, ama sonra normal bir TV'ye skart ile bağladınız ve görüntü alamadınız. Bu durumda önce PS3'ü standby konumuna getirin, sonra da cihazı açma düğmesini basılı tutarak açın. Bu cihazın TV çıkış ayarlarını sıfırlıyor.
  • Video dosyalarınızı düzenlemek: XMB'nin Videolar menüsündesiniz. Kare tuşuna her bastığınızda videolarınızın albümlere, cihaza yüklendiği aya ve isimlerinin baş harflerine göre gruplandığını göreceksiniz. PS3 her kopyalama işleminde kopyaladığı dosyalara tarih ve o günkü kopyalama sırasını içeren bir albüm ismi verir. XMB albüm görüntüleme modundayken bir albümün üzerine gelip üçgen'e basarak o albümün ismini değiştirebilirsiniz. Veya bir video dosyası seçip yine üçgen tuşu ile sadece o videonun albüm bilgisini değiştirebilirsiniz. Ayrıca video dosyalarını listeleme ekranındayken üçgen tuşu ile gelen menüden sıralama kriterini kopyalama tarihi veya dosya ismi olacak şekilde değiştirmek mümkün.
  • PS3'ünüzle mangal yapabilirsiniz .
Metin İçinde Geçmeyen Referanslar ve Okumalar

Aralık 02, 2008

.. diye bişi varmış

diyerek açıkgünlüğü hortlatırsın:

Ekim 03, 2007

Günlük - VI

  • Şu yazıyı bir göndereyim de sonra yeni şeylerle devam ederim..:

  • İstanbul'da cumaya gitmeyen, cuma saatinde dükkan açan esnaf taciz edilmeye başlanmış.

  • "ok gibi dogru olsam yabana atarlar beni,

    yay gibi eğri olsam elde tutarlar beni,

    eğri yay elde kalır, menzil alır doğru ok,

    görmedim doğruda aç, eğride asla bir tok."
    Mevlana
  • (Bunu yılbaşı öncesi yazmıştım, Cenevre'deyken) Dün bisikletimin frenleri dondu. Böyle bir şey de varmış..
  • "The manifestation of the universe as a complex idea unto itself, as opposed to being in or outside the true Being of itself, is inherently a conceptual nothingness, or Nothingness in relation with any abstract form of existing, or to exist, or having existed in perpetuity and no subject to laws of physicality, or motion, or ideas relating to non-matter, or the lack of objective Being, or subjective otherness." - Woody Allen (Getting Even adlı kitabından)
  • Keşfedilen güzel filmler: Sadece Dogville var. Ama Apocalypto da fena deil, ne zaman Conquistador'u dinlesem bu film aklıma geliyor.
  • Facebook yüzünden işime gücüme bakamıyorum diyenlerin derdine deva bir Firefox eklentisi: LeechBlock :)
  • İşe dönüş..
  • Akyaka'daki son günümde Deli Mehmet'e yakalandım. Deli Mehmet Akyaka bölgesine has değişik bir fırtına. Deli denmesinin sebebi ise rüzgarın sürekli yön değiştirmesi. Yani bir süre dağlardan esiyor, sonra durup denizden esmeye başlıyor, sonra tekrar yön değiştiriyor vs. Aslında Deli Mehmet bir haftaya kadar sürebiliyormuş ama benim yakalandığım hem fazla şiddetli değildi hem de sabaha karşı tamamen durdu. Ama yine de özellikle kamp da boş olunca insan bayağı bir tırsıyor yaw, resmen Blair Cadısı modu oldu..
  • Okul bittiğinde Akyaka'dan ayrılamadım :) Bir gün daha, bir gün daha derken aşağı yukarı bir hafta daha geçirdim orada. Akyaka'nın hemen yukarısında Gökova Park diye bir Çadır ve Karavan parkı var, orada çadır açtım, gezdim, tozdum, Dalyan ve Marmaris'e gittim..



    Bende genelde zaten olan ama yurtdışından dönüşlerde daha bir belirginleşen Türkiye'deki anlamsız/mantıksızlıklar ve kazıklanma çabalarına karşı delirme modu yine nüksetti, o yüzden o bölgede tatil yapmak isteyenlere faydalı olabilecek bazı bilgiler vermek, ayrıca az da küfredip rahatlamak istiyorum kusuruma bakmazsanız:
    • Gökova Park'ta çadır açma fiyatı 15 Eylül'den sonra yarıya düşüyor, ama kimse size bu konuda bir şey söylemiyor, ne girişte, ne de hesap kapatırken. Mesela kampa giriş yaparken yanımda öğrenci kimliğim olmadığı halde kayda öğrenci olarak işlenmem konusunda hiçbir sıkıntı olmadı, öğrenci numaramı aldılar hop tamam, ama orada kalırken bu yarı fiyat durumunu öğrenip çıkışta da yarı fiyat ödemeyi talep edince durum birden değişiverdi. O zaman ille de kimlik isteriz diye tutturdular ve ne tarifesinin ücreti olduğu belli olmayan bir para alıp yine az bir miktar paramı da gasp etmiş oldular.. Kısacası kafalarında bir ücret belirliyorlar ve o parayı sizden kesin alacaklar. Bu soysuz, iki yüzlü, paraya aç insanlardan bıktım; ve artık böyle insanların soysuzluklarını yüzlerine vurmaya kesin karar verdim, bunu yapacağım [evil laughter here]
      Ancak şunu da eklemem gerekiyor: Kamp güzel, temiz ve yıl boyunca açık. Kampta güneş enerjisi ısıtmalı duş, küçük bir bakkal/restorant, hazır kurulu çadır, kiralık çadır ve bungalow mevcut. Kampın eksisi (aslında Akyaka'nın) sivrisinekler ve sayısı az olmayan arsız kediler. Sonuç olarak çadır/sırt çantası modunda takılmayı sevenlere öneriyorum Gökova Park'ı. Fakat çadır açarsanız çadırı yere sıkıca çakmayı unutmayın derim Deli Mehmet'ten ötürü, ne olur ne olmaz ;)
    • Marmariste tekne gezisi yapacaksanız Gebe Kilise'ye kadar gitmeyen teknelere itibar etmeyiniz. Bu diğer teknelerin durdukları yerlerin hiç birinin, hiç bir özelliği yok, olay sadece tekne gezisinden ibaret kalıyor. Gebe Kilise'nin plajı ise gayet güzelmiş. Marmariste kalacak olursanız Akyaka'ya gidip oradan tekne gezisine katılmanızı öneririm. Böylece mesela İnce Kum plajını ve Kleopatra Plajını görebilirsiniz. Bu arada Kleopatra plajına girişte ayrıca 10 YTL ödemeniz gerekiyor. Marmaris veya Akyakada, tekne gezileri 10:30'da başlıyor. Tekne konusunda ise şezlongsuz ve müziksiz tekne öneririm.
    • Yaz okulu esnasında Akyaka'da yaptığımız tekne gezisi sonunda bize 16 kişi 90 çay içmişiz gibi gösterip kaziklamaya çalıştılar. Başta rakam kafamıza yatmadı ama sonra her neyse deyip parayı vermiştik ama kazıklandığımızı tekne Akyaka'ya yanaşırken ortalıkta unutulan hesap defterindeki çayları sayınca anladık: Aslında 75 çay içmişiz. Sayıyı tekne sahibine doğru olarak saydırmamız ise yaklaşık 10 dk sürdü. Ayrıca Akyaka'dan Çınar koyuna (yayan bile gidilebiliyor) karayolu olduğunu bilmeyen bir ailenin de bir tekneci tarafından kazıklandığını duydum. Tekneci şahıs yol hakkında hiçbir şey söylememiş. Ucuz ucuz ucuz insanlar..
    • Dalyan: Geç gittiğim için tekne gezisine falan katılmayıp doğrudan Dalyan plajına gitmeye karar vermiştim. Dikkat, plaja gitmek için bile yukarıdaki tekne hikayesi gibi tekneciler tarafından kazıklanabilirsiniz (bu yaz ailemin başına geldi). Normalde sadece Dalyan-Plaj arasında çalışan "dolmuş tekneler" var ve fiyatı gidiş dönüş 5 YTL. Son tekne Dalyan'a akşam 6'da dönüyor. Plaj oldukça büyük olduğu için plaja gitmek isterseniz Dalyan'a erken bir saatte gitmenizi öneriririm. Dönüşte dolmuş tekneye, binerken aldığınız bileti geri vererek biniyorsunuz. Yani elinizde bir fiş/fatura kalmıyor. Bu da dolmuş teknecilerin götürü usulü vergi vermedikleri taktirde vergi kaçırdıkları anlamına geliyor.
  • Muğla Üniversitesi ile birlikte düzenlediğimiz ve benim de Teknik işlerine yardımcı olduğum ISSCSMB '07'a katılındı. Her ne kadar başını kaçırsam da okul oldukça iyiydi ve dahi katılan arkadaşlar/hocalarla süper zaman geçirdik :) Biz düzenledik diye söylemiyorum; okulun bilimsel içeriği ve gelen hocalar geçen sene olduğu gibi çok iyiydi, onu özellikle belirtmek istedim. Bu sene 4 yabancı öğrenci de vardı, inşallah seneye daha fazla olur..

Eylül 13, 2007

Günlük - V

  • Yarın Türkiye'ye geliyorum birkaç haftalığına. Zaman ne kadar da hızlı geçiyor. Bakalım iki ayda neler oldu:
    • Burada sivri biber yok ama yabancı yemek programlarında görülen bütün enteresan meyve-sebzeyi bulmak mümkün. Bir de beyaz peynir bulunabiliyor; beyaz peynir Feta-Yunan peyniri olarak geçiyor. Aslında Yunanlılar tüm özgün gıda ürünlerimizi "çalma" yolunda kararlılıkla ilerlemekte gibi görünüyor. Geçenlerde bir markette bildiğiniz helvayı "Halva-Traditional Greek Desert" adıyla görünce baya şaşırdım mesela. Yani helva-Yunan, ne alaka?? Helva muhtemelen Türk icadı bile değil; aslında baklava, helva vs. çoğu ortadoğu/arap kökenli tatlılar bunlar.. 1001 gece masallarını okuyanların dikkatini çekmiştir bu durum mesela, orada da çok geçer bu tatlılar. Bir de baklavanın Amerika'da bayağı meşhur olduğunu, hatta amerikalı ev arkadaşımın baklava yapmış olduğunu öğrenince küçük dilimi yutmuştum :)

      Ama tabi Yunanlılar çalıyor derken.. ortada basit bir ticari gerçek de var: Avrupa'da bir yiyeceği Türk ürünü diyerek satamıyorsunuz. İnsanlar almıyor. Yunan deyince alıyorlar. Yani doğunun özgün tatlarını Yunan şeysi diye satmak bir pazarlama stratejisi aslında.

      Bu arada bir şekilde buradaki Yunanlılarla acayip iyi anlaşıyoruz :) Yani tam komşu muhabbeti, bize en yakın insanlar Yunanlılar bence, sonra da Portekizliler. İtalyanların olayı farklı..
    • Amerikalı ev arkadaşına ve yine amerikalı olan sevgilisine JFK seyrettirirsin. Bunları aldım karşıma konuştum. Bakın Amerika dünyanın canına okuyor dedim. Hükümetinizin yaptıklarından sorumlusunuz dedim. Pentagona çarpan şeyin yolcu uçağı olduğunu sanıyorsan internetten açıp fotoğraflara tekrar bak, o şey her ne ise, uçak değil dedim. Kerosen çeliği eritemez çünkü çelik kerosenin yanma sıcaklığının iki katı sıcaklıkta eriyor dedim. Böyleyken böyle dedim. E daha ne yapayım?
    • Arkadaşlarla birlikte CMS'in inşa edildiği çukura ve LHC tüneline inildi. LHC tüneli biraz klostrofobik. Bir şekilde tırsılıp fotoğraf çekimlerinin ardından tünel hızla terk edildi. Tünel ısıtılmakta olan bir mıknatıstan ötürü kızgın ütü gibi kokuyordu.
    • Ucuz DVD konusunda burası Türkiye'ye göre daha başarılı. Et de daha ucuz burada mesela. Aslında meyve-sebze dışında pek çok şey burada Türkiye'den daha ucuz diyebilirim. Vergilerin Türkiye'deki kadar yüksek olmamasından olsa gerek bu durum. Hadi fiyatlar ucuz olmasın da, sadece yakın olsun diyelim. Bu insanlar ortalamada bir Türk'ten 5 kat fazla kazanıyor. Dolayısıyla çok daha iyi besleniyor ve daha rahat yaşıyorlar. Neden? Çünkü etkin çalışıyorlar ve üretiyorlar. Ayrıca da tutumlular. Adamların ettiği kahvaltıyla benim gözüm bile doymuyor be.
    • Yağmur, çamur, soğuk derken yaz geldi geçti.. Bazı geceler hava sıcaklığı 12 dereceye kadar düştü. Bu durum Temmuz-Ağustos aylarında gerçekleşince bayağı sinir bozucu oldu aslında. Türkiye'de biraz iliğimi kemiğimi ısıtırım artık :) Bu arada buraya sonbahar geldi. Hava artık 23 derecenin üzerine çıkmıyor, sabah ve akşam saatlerinde de resmen soğuk oluyor. Tişört moduna elveda yani.. Öte yandan yağmurlar kesildi, o iyi oldu.
    • (Yukarıdaki "ucuzluk" bahsine ek olarak) Burada otomobil fiyatları da Türkiye'ye göre daha ucuz. Gayet uygun fiyata düşük model arabalar bulunabiliyor örneğin. Uygun fiyat derken, yani mesela 1.5 milyar TL civarı. Arabanın modeli düşük olabilir ama sonuçta insanın ayağını yerden kesiyor. Mesela CERN'de şu an birisi 80 küsür model bir Alfa Romeo Spider satıyor. Yanlış hatırlamıyorsam fiyatı 2000 YTL civarı. Araba iki kişilik, üstü açılıyor, tam Bond filmi modunda :) Baya bir aklım kaldı, alıp Türkiye'ye onunla dönsem diye geçiriyorum içimden. Şöyle güzelce de bir boyatırım, nikelaj falan, pimp my ride modu :)
    • Lisa Randall CERN'e gelip "LHC'de kara delik mara delik çıkmayacak kardeşim" dedi. Sonradan Randall'ın aslında kimsenin kendi ekstra boyut modelinde kara delik üretimini çalışmamasına bozulduğu anlaşıldı :)
    • Çeşitli sunuculara n adet ssh bağlantısı yapıldı, n2 satır C++ kodu yazıldı, n3 simüle kara delik olayından n4 yalancı elektron temizlendi, CMS'in yazılım geliştiricilerine n! kez küfür edildi. Bunların 2n tanesi sonradan geri alındı.
    • Cenevre festivallerine gidildi. İçildi, hoplanıldı, zıplanıldı, eğlenildi. Şehirde sabahlandı, tren garında bile uyundu :) Öte yandan Cenevre "lamer" bir şehir olduğu için, yani ne bileyim, festivaller mesela ODTÜ'nün bahar şenliklerine yakın büyüklükte ve eğlencedeydi (her anlamda).
    • Bir ay CERN hostel'de kalındı, bir ay için de Fransa tarafında (Ferney-Voltaire) eve çıkıldı. Ev CERN'e azıcık uzaktı (~6 Km). Ben de bir bisiklet aldım. Ve fakat hava 2 gün güneşli iki gün yağmurlu olunca fazla gidiş geliş yapamadım bisikletle CERN'e. Öte yandan burada bisikletle hemen her türlü yoldan (yani otoban hariç) hemen her yere rahatlıkla gidilebildiğini belirtmeliyim. Yani bisiklet üzerindeyken kimse arabasıyla sırtınıza çıkmıyor burada. Yani zaten yer yer bisiklet yolları var ama bisiklet yolu olmayan yerlerde bile güvendesiniz.

      Ferney-Voltaire, zamanında Voltaire'in kurduğu bir kasabaymış, fakat biraz hayalet kasaba modunda. Yani mesela gündüz etrafta insan yok falan, acayip bir yer. Bir de sigara satılan yer yok gibi, o biraz sıkıntı oldu. Hani ufak bir yer de değil ama yok yani.. Sonra ev arkadaşımla eve internet bağlatana kadar resmen canımız çıktı. Nitekim bir ay içinde toplam yaklaşık 5 gün civarı internete girebildim. Malum bizim işler internet olmadan pek yürümediği için sıkıntı oldu biraz. Diyeceğim, Türkiye'de ADSL bağlatırken adamlar login/şifre/modem ayarı hiçbir şey söylememişlerdi ama internetin açılması ve çalışması da 2 günü bulmamıştı. French Telekom'la insan resmen deliriyor.
  • Film: 8 Femmes (2002): Çok iyi.
  • Müzik: Sytx - Lady, Paul McCartney & the Wings - Band on the Run. Bir de Rolling Stones'un Mother's Little Helper şarkısı var ama sözleri baya hüzünlü :(
  • Temmuz sonundaki "Hardronik" festivalin afişleri vesilesi ile tanışmıştım "Les Horribles Cernettes" ile. Feci Cernette'ler, üç bayandan oluşan bir müzik grubu; peynir tadında, fizik temalı şarkıları var. Hatta youtube'da 2000 tarihli bir klipleri bile mevcut, şarkılarının adı "Collider", yani çarpıştırıcı:


    COLLIDER
    You say you love me but you never beep me
    You always promise but you never date me
    I try to fax but it's busy, always
    I try the network but you crash the gateways
    You never spend your nights with me
    You don't go out with other girls either
    You only love your collider

    I fill you screen with hearts and roses
    I fill your mail file with lovely phrases
    They all come back: "invalid user"
    You never let me into your computer
    You never spend your nights with me
    You don't go out with other girls either
    You prefer your collider

    I gave you golden ring to show you my love
    You went to stick it in a printed circuit
    To fix a voltage leak in your collector
    You plug my feelings into your detector
    You never spend your nights with me
    You don't go out with other girls either
    You only love your collider
    Your collider.


    Aslında Cernettes hakkında şarkılarından daha enteresan bir durum söz konusu. Şöyle ki, Web'e koyulmuş olan ilk resim, bir Feci Cernette'ler resmiymiş.

    Hikaye ise şöyle: Bundan yaklaşık 20 yıl önce, Cernette'lerden birisinin eşi CERN'deki ofisinde Cernette'ler için resimler hazırlıyormuş. Derken ofise Tim Berners Lee giriyor (web'in mucidi) ve resimleri görüyor. Web'e resim koyma denemeleri yaptığını söyleyip Cernette'ler resimlerinden birkaçını istiyor. Akabinde de yukarıdaki resim web'e konmuş ilk resim oluyor :) [Kaynak: CMS Times]

Temmuz 24, 2007

Deniz beyi Rodos'ta görmek istiyoruz :)

Zülfü Livaneli'nin bugünkü köşe yazısıdır (Vatan Gazetesi).
-------------------------------------------------------------------------------
Deniz Bey, o fotoğrafı çıkarıp bakmanın zamanı geldi!
Seçimler öncesi CHP�ye zarar vermemek için bildiğim birçok konuyu içime gömerek sustum, bundan sonra da bu parti ve liderine ilişkin hiçbir şey yazmayacağım.

Çünkü bir faydası olacağına inanmıyorum.

Ama bu konudaki son yazımda size bir tanıklığımı aktarmak zorundayım.

Bunu bir borç olarak görüyorum:

***


Deniz Bey lütfen hatırlayın:

19 Aralık 2002 tarihinde karlı bir Ankara gününün akşamında Mehmet Sevigen�in evindeydik.

Ben Cumhurbaşkanı ile görüşmeden geliyordum.

Abdullah Gül Başbakandı, Tayyip Erdoğan�ın ise Meclis�e girme umudu kalmamıştı.

Cumhurbaşkanı Sezer bir gün önce, Tayyip Erdoğan�ın �milletvekili olmadan başbakan olma� önerisini reddetmişti.

Türkiye�nin kaderi o akşam o evde değişti, çünkü siz �Tayyip Erdoğan başbakan olacak!� diye tutturdunuz.

Sizi �Çok tehlikeli bir oyun bu!� diye uyaran parti dışından önemli şahsiyetlere kızdınız, �Hayır!� dediniz �İki ay dayanamaz. Göreceksiniz iki ay dayanamaz.�

Sizin bu iddianıza karşılık ben ne dedim: �Erdoğan herhangi bir kişi değil, bütün tarikatların birleşerek Erbakan�ın yerine seçtiği siyasetçi; arkasında Amerika, Avrupa desteği de var. Program Türkiye�yi ılımlı İslam cumhuriyeti yapma programı. Sizin dediğiniz gibi iki ayda gitmeyecek; tam tersine, bu odada bulunan herkesin siyasi hayatını bitirecek.�

İki ay dayanamaz iddianızı, �görüşleri gereği IMF ile anlaşma yapmaz, ekonomiyi zora sokar ve dayanamazlar.� tezine oturttunuz.

Ama bunların hepsi bahaneydi çünkü siz iki partili rejimin işinize yaradığını anlamış ve seçim sonuçlarına sevinmiştiniz. Çünkü size ana muhalefet partisi lideri olmak ve soldaki rakiplerinizi yok etmek yetiyordu. Bu iş birliğini daha sonra da sürdürdünüz.

O zaman ben sizin Tayyip Erdoğan�la seçim öncesinde Beylerbeyi�nde gizlice buluştuğunuzu ve bir anlaşma yaptığınızı bilmiyordum.

Bu gecenin tanıkları var: Önder Sav, Eşref Erdem, Mehmet Sevigen, Bülent Tanla, Yaşar Nuri Öztürk.

Belki bazıları sizden korkar ve tanıklık etmez ama bir kısmı da bu sözlerin doğru olduğunu açıklar. Yani tanıklar var. Ötekiler de söylemese bile içten içe bunun doğru olduğunu bilir. Siz de bilirsiniz.

Tartışmanın sonunda dediniz ki: �Bu gece birbirimizin fotoğrafını çektik. İki ay sonra çıkarıp bakalım. Ama rotuş yapmadan. Hangimiz haklı çıkmışız?�

Şimdi, 2007 seçimlerinin ardından o fotoğrafı cebinizden çıkarıp bakın Deniz Bey.

Ve düşünün; Meclis grubunda �Erdoğan�ı başbakan yapıyor diyorlar. Evet yapıyorum. Var mı itirazı olan!� diye bas bas bağırmanıza değdi mi?

Erdoğan�la Beylerbeyi�nde gizlice buluşmaya ve size oy veren milyonları hiçe sayarak gizli anlaşmalar yapmanıza değdi mi? (Deniz Bey, biliyorsunuz ki bu gizli buluşmanın da tanığı var.)

Başbakan olmak, elbette Erdoğan�ın demokratik hakkıdır. Ama bunun için olağanüstü çaba harcamak CHP�nin birinci görevi değildir. Üstelik dokunulmazlık kaldırılmadan.

Bir milletvekilinin mazbatasını iptal ettirip, Anayasa�yı değiştirip, grubu baskı altına alıp, Siirt seçimlerini es geçip Erdoğan�ı meclise sokmak ve dokunulmazlık zırhına kavuşturmak için verdiğiniz canhıraş çabanın yüzde birini partiniz için verseydiniz sonuç bambaşka olurdu.

Size o gün söylediğim gibi, Türkiye�nin kaderini değiştirdiniz.

Deniz Bey; sözlerimde en ufak bir çarpıtma varsa çıkıp söyleyin. �Öyle değildi. Böyle konuşmadık.� deyin.

Genel Sekreterinizin ve en yakınlarınızın tanık olduğu bu konuşmayı inkâr edin.

Ya da başınızı önünüze eğin ve tarihin hakkınızda vereceği yargıyı düşünün.

Deniz Bey; çok ağır şeyler yazdığımın farkındayım. O akşamki tartışmaya kadar bir dostluğumuz vardı, bunları yazmak istemezdim.

Ama hem duruma doğru teşhis koyamamanız, hem de aşırı derecede inatçı olma huyunuz yüzünden hepimizi tehlikeye attınız.

Tayyip Erdoğan�ın yüzde 34 oyla meclisin üçte ikisini ele geçirmesinin manivelası oldunuz.

Daha önce Refah Partisi�nin belediyeleri ele geçirmesi de sizin oyları bölmeniz sayesinde gerçekleşmişti..

Tayyip Erdoğan�ların ve yine çok yakın dostunuz olan Melih Gökçek�lerin en büyük şansı sizdiniz.

CHP�nin ise en büyük şanssızlığı oldunuz.

Bu ülkenin sola şiddetle ihtiyaç duyduğu bir dönemde, bütün uyarılarımıza rağmen partiyi sağa çekmekte, Kürtlerden, Alevilerden, solculardan ayırmakta ısrarlı oldunuz.

Erdal İnönü, Hikmet Çetin, Murat Karayalçın, Fikri Sağlar, Ercan Karakaş, Mehmet Moğultay, Seyfi Oktay, Celal Doğan ve daha birçok sosyal demokratla el ele tutuşup halkın karşısına çıkmanız gerekirken; eski MHP�lileri, eski ANAP�lıları, idamla yargılanmış sağcı militanları parti vitrinine çıkarmakta ısrar ettiniz.

Size defalarca �Bir şeyin aslı varken kopyasına kimse bakmaz!� dememize rağmen, sol politikaları değil, MHP çizgisini tercih ettiniz.

Sağcıları ve sekreterinizi Meclis�e sokarken, İsmet Paşa�nın Avrupa Konseyi�nde komisyon başkanı olma başarısını gösteren torunu Gülsün Bilgehan�ı Meclis dışında bıraktınız.

İnanın ki bunları yazarken samimi olarak üzülüyorum. Keşke haklı çıkmasaydım, keşke sizin tahminleriniz doğrulansaydı diyorum ama durum ortada.

Yazık oldu Deniz Bey, hem size, hem partinize, hem de size inanan temiz yürekli sosyal demokratlara.

Artık bundan sonra istifa etseniz de bir etmeseniz de.

Bad-el harab-ül Basra!

-----------------------------------------------------------------
Politikadan hoşlanmayan okuyucudan özür diliyorum. Bu tür yazılar bir süre daha devam edebilir.

Temmuz 23, 2007

Baykal İstifa!!!

En azından bu kadarını yapabilirsin, değil mi?

http://www.baykalistifa.org/

Rahat Uyu Atam

Rahat uyu atam.
Sen ki tüm dünyaya aklı, cesareti, ve
imkansızı başarmayı gösterdin.
Onuru gösterdin.
İnsaniyeti gösterdin.
Herşeyi dedelerimizle bizler için yaptın.
Kanınız, canınız pahasına.
Geleceğimiz için.
Kendi kaderimizi çizebilelim diye.
Kendi bayrağımızın altında huzur bulalım diye.
Kardeşçe, huzurla, başımız dik yaşayabilelim diye.
Hiçbirini unutmadık atam.
Hiçbirini unutmadık.

Seni anlayanlar var atam.
Rahat uyu o yüzden.
Türkiye sizdiniz.
Türkiye biziz.
Türkiye torunlarımız.
Hala buradayız.
Hep burada olacağız.

Temmuz 19, 2007

Günlük - IV

  • İsviçre frangı bozukluklarının basıldığı tarihler zaman zaman şaşırtıcı derecede eski olabiliyor. Örneğin birkaç kez karşıma 70'lerde, 60'larda basılmış bozuk paralar çıkmıştı ama bu 20 senti görünce küçük dilimi yuttum desem yeridir; para 1943'de basılmış, yani 2. dünya savaşının en cafcaflı zamanlarında.. Adamların parası eskimiyooorrrr...

  • Teoriciler iyice kafayı yedi diyorum :) "Sil baştan"

  • Prestige, The (2006): Türkçe altyazı geldi.

  • Güvenlik eğitimine girip 4. Seviye güvenlik yetkisi aldım. Yani artık hemen her yere girip çıkma yetkim var, örneğin LHC tüneline ve CMS mağarasına. Bir fırsatım olduğunda inip bir kaç fotoğraf çekmek istiyorum.

    Eğitimden geçince Dozimetre diye bir alet alıyorsunuz. Bu alet yediğiniz radyasyonu hafızasında tutuyor, sonradan etrafta bolca bulunan okuyularda okutup bu radyasyon miktarını görebiliyorsunuz. Fakat ne yazık ki alet pasif, yani belli bir anda alıyor olduğunuz radyasyonu göstermiyor, veya ortamda tehlikeli miktarda radyasyon var diye sizi uyarmıyor. Gayger sayacı gibi değil yani.

  • Önceden bahsetmiş olabilirim; biz grup olarak CMS deneyinde çalışıyoruz. CMS, LHC (CERN'de inşa edilen Büyük Hadron Hızlandırıcı) üzerindeki iki büyük deney/dedektörden biri; diğer büyük dedektör olan ATLAS'tan biraz küçük. Yine de "CMS Gazetesi" son sayısında dedektörün ve deneyin büyüklüğünü gösteren bazı sayılar yayınlandı, onları sizinle paylaşmak istedim:
    • CMS deneyinde 3000 kişi çalışıyor. Bunlar Fizikçi, bilgisayar uzmanları, mühendisler, ...
    • Dedektör 12.500 ton ağırlığında. Yani yaklaşık 12.000 otomobil (ve bir motosiklet :) kadar. O kadar arabayı uc uca koyunca yaklaşık 6 kilometre yapıyor.
    • CMS'in çalışması için 10 Megawat enerji gerekiyor. Bu da 8.000 nüfuslu küçük bir kasabanın enerji ihtiyacına karşılık geliyormuş.
    • Dedektörün havalandırması ve soğutulması için saatte 1200 m3 su soğutuluyor. Yani aşağı yukarı Cenevrenin meşhur "Jet d'Eau"sunun pompaladığı kadar su, ama soğutulmuş olarak.
    • CMS'te yaklaşık 700 kilometre kablo kullanılmış.
    • Dedektörün elektromanyetik kalorimetre olarak adlandırılan bölümünde ölçüm için bir kurşun bileşiği olan "Kurşun-Tungstat"tan yapılmış dedektör modülleri kullanılıyor. Bu modüller kristal yapıda ve tamamen şeffaf, cama benziyor ama çok ağır (~90%ı kurşun). CMS'te bu kristal modüllerden 80.000 adet kullanılmış.

  • LHC Mayıs 2008'de direk olaya giriyor, bu Kasımda başlaması planlanan düşük enerjili "test run", bir mıknatısla yaşanan sorundan ötürü (testler esnasında patladı) iptal edildi.

  • Aynı gün sitenin hacklenmediği, zira bahsedilen sitenin resmi bir AKP sitesi olmadığı, partilerin resmi adreslerinin .org.tr ile bitti öğrenildi. Olan şuymuş, birileri www.akpizmir.org alan adını satın almış ve görülen sayfayı koymuşlar. Gerçek hack değil ama fikir orijinal, sayfa da güzel :) Olay hack olmadığı için sayfa hala erişilebilir durumda.

  • [06.06.2007] AKP İzmir teşkilatının web sayfası hacklendi.

  • Müzik: Solitary man: Bunu Neil Diamond söylüyor. Trompet (?) var ama Johhny Cash yok. Bunu da Johhny Cash söylüyor ama trompet yok...
    Ayrıca "One is the loneliest number".

  • Stalin'in kötü şöhretini duymayanınız yoktur herhalde. Kendisi cinayette Hitler ile yarışmış (6 milyon Ukraynalı'nın açlıktan ölümünden sorumlu, yargısız infazlar, düşman/rakiplerinin Orwell'in 1984'ü modunda tamamen ortadan kaldırılması -yani fotoğraflardan dahi sildiriyor hasımlarını-, orduda üst düzey subayların öldürülmesi vs. .. kısacası piskopatmış yani. Eh şahıs böyle olunca ona karşı hareketlerine dikkat etmek zorunda kalıyormuş insanlar da. Örneğin Stalin mecliste konuşmasını bitirdiğinde insanlar alkışlamaya başlıyor, fakat kimse alkışı ilk bırakan olmaya cesaret edemiyor. Çünkü alkışı ilk bırakanın kelle gidiyor. Hal böyleyken insanlar dakikalarca alkışlıyormuş Stalini tabii ki.

    Fakat bu kez de toplantılar devam edemiyormuş insanlar alkışı bırakamadığı için. Bu nedenle bir çan kullanmaya karar vermişler mecliste; çan çalındığında herkes alkışı aynı anda kesiyormuş, böylece de ne kelle gidiyormuş, ne de toplantı ajandası aksıyormuş..

Temmuz 12, 2007

Seyahat

Cenevre'ye geldim, yerleştim, çalışmaya da başladım ve fakat seyahatle ilgili birkaç şey yazmak istiyorum, bu aralar uzun süreli seyahate gidecek varsa belki faydası olur:

  • Oyumu kullanamadım. Genel seçimler esnasında yurtdışında bulunacaksanız pasaporttan geçtikten sonra havaalanında oy kullanabiliyorsunuz. FAKAT.. Önce muhtarlığa gidip seçmen kütüğünüzü sildirmeniz gerekiyormuş.. Yani oy sandığına direk seçmen kağıdıyla gitmeniz bir işe yaramıyor, oy kullanamıyorsunuz. Üstüne üstlük bir de oradaki moron görevliler tarafından duyarsız vatandaş olmakla, her şeyi devletten beklemekle suçlanıp, şahıslara kafa atmamak için kendinizle mücadele etmek zorunda kalıyorsunuz.

    Hayır efendim, duyarsız vatandaş olduğumu kabul etmiyorum. Ben seçmen kağıdımı, kimliğimi hazırlamış, pasaporttan geçer geçmez direk oy sandığına gitmişim. Peki devlet ne yaptı? Elime bir seçmen kağıdı verdi ki, üzerinde oy kullanacağım okulun adresi bile yok!!! Bekliyorum efendim, bunu devletten bekliyorum. O kağıdın bomboş olan arkasına yazarsın, oy kullanmazsan şu kadar cezası var, sıkıntı varsa, seyahat edeceksen şöyle yap, şuna başvur, parmağına boya sürecez, vs. Netlik bekliyorum devletten. Ben vergilerini takır takır ödeyen bir vatandaşım, (zaten motorlu taşıtlar vergisini yeni yatırdım, içime oturdu o kadar para vermek) devlet de benim için bu kadar şeyi yapıversin bir zahmet. Genel seçim bu, çocuk oyuncağı değil.

    Neyse en azından sırf mecburiyetten istemediğim bir partiye oy vermek zorunda kalmadım, onunla teselli buluyorum :)

  • Yanınızda nakit YTL bulundurun; pasaportunuz gri bile olsa 15 YTL çıkış harcı ödüyorsunuz. Bravo diyorum. Bu hangi sersemin fikriyse şunu hatırlatmak isterim: Önce çalıştığın kurumun (yani devletin) saygınlığını düşünmek zorundasın güzel kardeşim. Devletin parası az olabilir. Seçimlerde sokakları berbat edecek binlerce bayrağa para ödemek gerekiyor olabilir. Ama para söz konusu olduğunda devlet para hibe, yardım, kabul veya tahsil etme konusunda biraz seçici olmak zorundadır. Lanet seyahate keyfimden, gezmeye veya para kazanmaya gitmiyorum.

  • Ankara'dan dış hat bağlantılı uçuşunuz varsa (mesela İstanbul üzerinden), Esenboğa'da direk iç hatlara gitmek gerekiyor. Pasaporta İstanbul'da giriliyor.

  • Esenboğa'da veya Atatürk havaalanında priz+masa şeklinde dizüstü bilgisayar kullanma alanı bulunmuyor. Varsa da ben bulamadım.
Biraz da seyahatten bahsedeyim..

Esenboğa'nın yeni binası çok güzel olmuş. Kesinlikle sıkıcı olmayan, güzel bir mimarisi var. Ayrıca gayet tenha (idi ben oradayken), kalabalık olmayan ortamı seviyorum :)

İstanbul-Cenevre uçuşunda güzel bir uçağa denk geldim. Herkes için ekran var ve etkileşimli olarak kendi seçtiğiniz TV-Müzik-Film, vs. izleyip dinleyebiliyorsunuz. Müzik seçenekleri baya kapsamlı ve güzeldi, takdir ettim ;) O şeyin kumandası ayrıca telefon olarak da kullanılabiliyor. Koltuğun altında priz bile var ama Amerikan sistem. Çevirmeyi düşünmemişler..

Neyse esas anlatmak istediğim bu eğlence sistemi değil. Artık inişe geçiyoruz Cenevre havaalanına, ben müzik dinliyordum sanırım eğlence sisteminden o esnada. Sonra birden tak diye benim müzik gidip bi kamera görüntüsü geldi ekrana. Görüntü uçağın burnundaki bir kameradan geliyor. Arkada da vals çalmaya başladı :) Tam piste iyice yaklaştık ki Mavi Tuna çalmaya başladı; bu valsi Kubrick'in 2001'ini izleyenler iyi bilir. Pilot bir şekilde valsin son notalarını uçağın piste dokunduğu ana denk getirmeyi başardı :) Hoştu...

Tabi mis gibi güneşi, yazı bırakıp geldik buralara. Havaalanından bir çıktım, hava soğuk, gökyüzü gri, hafiften yağmur yağıyor. Nefesim buhar oluyor. Resmen kış günü. Fakat bu havalarda Cenevre/CERN'in ayrı bir güzelliği oluyor. Her yer inanılmaz sakin, hava tertemiz ve hafif lavanta kokuyor. Kuşlar cıvıldıyor. Huzurlu ve güzel.. Neyse bugün hava biraz açık ama hala serin.

Şimdilik buradan haberler böyle. İlüminati toplantısına kadar gitmem lazım, sonra tekrar yazarım :p :))