Eylül 12, 2006

Işın Kılıcı Sesi Nasıl Yapılır?

Diyelim bir film yapıyorsunuz ve ışın kılıcı ses efektine ihtiyacınız var. Bu ses efektini kendiniz de yapabilirsiniz. Nasıl mı? Anlatayım:

Gereken malzeme:

  1. Bir adet plastik su bidonu. Hani iş yerlerinde veya evlerde kullanılan ~19 ltlik bidonlar var ya, işte onlardan (bkz. sağdaki resim. (Akpınar olması gerekmiyor :))
  2. Bir mikrofon + mikrofondan gelen sesi kaydedebilen bilgisayar.
  3. Elektrikli saç traş makinesi.
Şimdi sesin yapılışına geçelim:
  1. Bidonu ters çevirip altına mikrofonumuzu koyuyoruz (yani ağzından içeri).
  2. Bilgisayardan ses kaydını başlatıyoruz.
  3. Elektrikli saç traş makinesini çalıştırıp bidonun çeşitli yerlerine sürtüyoruz.
Bu kadar :)

İşin ilginç tarafı, Yıldız Savaşları filmlerindeki ışın kılıcı sesleri de (en azından ilk filmlerdekiler) böyle yapılmış.

Teşekkürler Gökhan

Eylül 04, 2006

Sinema - I

Bu aralar ziyadesiyle film izlemem münasebetiyle, bu filmler hakkındaki izlenimlerimi sizlerle paylaşmak arzusu duydum :)

A Bridge Too Far (1977)
"It's all a question of bridges"

İkinci dünya savaşı hakkında önemli bir tarihi/savaş filmi. Filmde "Market Garden" operasyonu anlatılıyor, ancak filmin vurguladığı en önemli nokta bu operasyonda her iki tarafın da nasıl aptalca hatalar yaptığı, ve bu hataların savaşta ne kadar çok cana mal olabildiği.


Sürekli şemsiye ile gezen İngiliz hava indirme subayı,
Arnhem köprüsünü ilk saldırı öncesi kolaçan ediyor.
Şemsiye ile gezmesinin elbette bir nedeni var.



Bu duruş bana pek doğal gelmedi nedense...Sanki
bir propaganda posterine gönderme yapılıyor gibi.
Asker bu duruşuyla biraz da R2-D2'ya benziyor.


Film bir ünlüler geçiti; Sean Connery, Robert Redford, Anthony Hopkins ve daha pek çok ünlü rol almış. Epey para harcanmış, çok emek verilmiş ve iyi bir film olmuş. Savaş filmi sevenlere önerilir.


Artis panzer komutanı Arnhem köprüsü üzerinde
karşı saldırıyı başlatır


Filmi izlemeye karar verirseniz, olup biteni anlayabilmek için önce operasyon planını bir harita üzerinde görmenizi öneririm. Ben yine de kısaca özetleyeyim: Operasyonun amacı, Almanya'nın coğrafi sınırını çizmekte olan Ren nehrinin üzerinde bulunan ve önemli bir köprüsü olan Arnhem şehrini ele geçirmek..Plan ise şöyle: Kara birlikleri Belçika sınırından Hollanda'ya girer (yani Alman topraklarına), hızla kuzeye doğru ilerler ve Arnhem şehrine ulaşır. Arnhem Belçika sınırına yaklaşık 70 mil mesafede ve sınır ile arasında 4 adet köprü var. Operasyonun başarılı olması tüm köprülerin ele geçirilmesine bağlı. Bunun için Arnhem de dahil tüm köprülere aynı anda yaklaşık 35.000 paraşütçü indiriliyor. Hedef, kara gücünün Arnhem'e 2 günde ulaşması, ancak elbette evdeki hesap çarşıya uymuyor (zaten anlıyoruz ki evde de doğru dürüst bir hesap yapılmamış)...Operasyon Normandiya çıkarmasından daha büyükmüş, fakat hazırlığı 6 ay süren Normandiya çıkarmasına zıt olarak "Market Garden" operasyonunun hazırlığı topu topu 7 günde tamamlanıyor (!)...


Almanlar geliyor (ayaktaki, artis panzer komutanı)

Arnhem'deki II. SS Panzer Kolordusu komutanı General Bittrich onurlu bir komutanmış, zaten bunu filmde de görüyoruz. Hiçbir savaş suçu işlemediği için savaş sona erdiğinde salıverilmiş. 1979 yılında ölmüş. Ölümünden önce bu filmin esas alındığı roman için kendisinden bilgi alınmış.


General Bittrich: "Flatten Arnhem."

Call of Duty veya Medal of Honor oyunlarından en az birinde Arnhem ve/veya Nijmegen köprüsü ile ilgili bir kısım var, filmi izleyince hatırladım. Kardeşler Takımı'nı ("Band of Brothers") izleyenler içinse, "Son Köprüsü'nü" Amerikan 101'inci hava indirme tümeni alıyor. Dizide "Market Garden" operasyonu ile ilgili bir bölüm vardı ama şu an o bölümün içeriğini hatırlamıyorum. 101'inci hava indirme sanırım Irak'ta da savaşmıştı.


Albay Frost (Anthony Hopkins), General Bittrich'e
mağrur bir şekilde bakıyor.


Yerel bir Hollandalı'nın evi müttefik askerleri için
revir haline getirilir.

Lolita (1997)
İlginç, hafif erotik bir film. Vladimir Nabokov'un 1958 tarihli aynı adlı romanının ikici sinema uyarlaması. "Penc-ü-se, severim güzeli gencüse" temasının yanında (ki genç bile diyemeyiz, zira Dolores (Lolita), Prof. ile ilk karşılaştığında 12-13 yaşlarında), hikayenin başka boyutları da var. Örneğin ilişkiye ensest boyutunu da katıp ahlaksal çelişkiyi derinleştirmek için Prof. Humbert, Dolores'in annesi ile evlendiriliyor (bu romanda da böyleymiş). Bir diğer boyut ve filmde kafamı en çok meşgul eden şey ise Dolores'in ilginç kişiliği. Betimlemesi güç, "Femme Fatale" (siren) ile Ruby Tuesday karışımı, Ruby Tuesday'e daha yakın. Hayattan tek isteği eğlence olan, anı yaşayan, biraz bencil, oldukça çekici olduğu için de isterse erkekleri parmağının ucunda döndürebilen, hatta çoğu erkek onunla sadece güzelliği ve çekiciliği ile ilgilendiği ve onu elde etmek için yerlerde sürünebildikleri için bir yerde buna mecbur kalan kadın tipi :) Dolores sonuçta Prof. Humbert'in mahvına neden oluyor, ancak sadece dolaylı olarak, "'cos (some) girls just wanna have fun..That's it."

Şimdi Lolita kelimesinin etimolojik kökenini araştıralım :)

Lolita (İsp, pet form)<-Lola/Lo (İsp.İng, pet form)<-Dolores (İsp.İng)<-Dolor (Lat.) "Pain, sorrow".

Kısacası ismin kökenindeki anlam, karakter ile taban tabana zıt...

Dolores'i oynayan Dominique Swain'in oyunculuğu muhteşem. Jeremy Irons'ı çok severdim (özellikle "And Now... Ladies and Gentlemen..." filminden ötürü) ancak Zor Ölüm 3'te oynadığı kötü adam rolünden sonra kendisinden soğudum, hakkında yorum yapamıyorum :)

Filmde Prof. Humbert'in Doppelgänger'i Quilty ile yaptığı diyalog hoştu, aktarmak istedim:

Quilty: Who is the girl?
Humbert: She is my daughter.
Quilty: You lie, she is not.
Humbert: I beg your pardon?
Quilty: I said "July was hot."
.
Quilty: Where the Devil did you get her?
Humbert: What?
Quilty: I said, "The weather is getting better."

Doppelgänger kavramını Lolita romanının wikipedia makalesini okurken öğrendim. Acaba Ursula K. Le Guin'in Yerdeniz Büyücüsü kitabındaki Gölge de Ged'in Doppelgänger'i miydi?

Sonuç: Tüm erkeklere "kadınlar söz konusu olduğunda yaş alt sınırını kaçtan çekerim" diye sordurtan, güzel bir film.


The Pianist (2002)
Usta bir elden çıkmış standart Yahudi soykırımı filmi. Güzel bir film ama ben kendim bu "standart" olarak nitelediğim filmlere karşı antipati duyuyorum; bu tür filmler bana Semitik propaganda filmi izlenimi veriyor. Bunların soykırımın içini boşalttığını düşünüyor ve kızıyorum. Ben insanlara acımak değil saygı duymak istiyorum. Bence soykırımını gerçekten anlatan (benim bildiğim) filmler şunlar:
  1. The Grey Zone (2001): Muhtemelen hayatta görüp görüp görebileceğiniz en karanlık ve boğucu film. Gerçek bir hikayenin sinema uyarlaması. Auschwitz kampındaki yahudiler onurlu bir şekilde ve kelle koltukta ayaklanıyorlar ve krematoryumlardan birini havaya uçuruyor. Bu yukarıda "standart" olarak nitelediğim filmlerde asla veya nadiren görebileceğiniz birşey.
  2. Sofi'nin seçimi (1982): Tek bir olay üzerine kurulu (yani Sofi'nin yapmak zorunda bırakıldığı bir seçim) bir film ama insanın yüreğini paramparça ediyor. Bu arada sanırım Sofi Yahudi değil Polonya'lıydı...
  3. Belki Schindler'in listesi. Belki diyorum çünkü filmi sadece bir kez ve uzun zaman önce izledim.
Bence bu filmleri İsrail hükümeti izlemeli (Piyanist'i de), izlemeli ki geçmişte atalarına yapılanlar ile şimdi kendilerinin başka ve kendi insanlarına yaptıkları arasındaki çelişkiyi kavrayabilsinler.

Edward Scissorhands (1990)
Big Fish'i sevdiyseniz bunu da seversiniz. Ben Big Fish'i sevmediğim için bu filmi de sevmedim. Masalsı ama bence masal böyle olmaz. Temmuzda bu filmden daha masalsı. Sonuç: Olmamış.

Metropolis (1927)
"The Mediator Between Head and Hands Must be the Heart!"
Bir başyapıt. Fritz Lang kesinlikle bir dahi. 1927 yılında neler yapılabildiğini gördükten sonra "Dünyayı Kurtaran Adam" filmini her kim yönetti ise, ona karşı olmayan saygım sıfırın altına indi.

Film'de isyan noktasındaki bir sınıf çatışması için pasifist, barışçı, diyaloğa dayalı bir çözüm yolu öneriliyor, yani baş (elit, üst sınıf) ile eller (işçi sınıfı) arasında bir diyalog köprüsü, yani kalp ve kalbin temsil ettiği herşey...

1926 yılında biri size gelip, Metropolis gibi bir romanı filme çekeceğini söylese, muhtemelen deli derdiniz. Fakat Lang çekmiş. Çekmeye cüret etmiş ve başarmış. Kubrick'in 2001, Lynch'in Dune altında nasıl ezildiğini gördüyseniz, bu eserin değerini herhalde daha iyi tahmin edebilirsiniz...

Film hakkında iki ilginç şey daha: Birincisi, başrol oyuncusu Alfred Abel, şaşırtıcı derecede Atatürk'e benziyor (bkz. yukarıdaki resim). İkincisi de, filmin orijinalinin yaklaşık çeyreği kayıpmış. Böyle bir filmin nasıl kaybolabildiğini aklım almıyor... Filmin izlediğim biçimi "restored version", yani kayıp kısımlar konuşma metni ekranlarında, ayırd edilebilmesi için filmin orijinaliden farklı bir yazı tipi ile anlatılıyor. İnsanlığa malolmuş böyle bir filmin telif haklarından bahsetmenin abesle iştigal olduğunu düşünüyor ve buraya filmi indirip izleyebilmeniz için Azureus mıknatıs bağlantısını koymakta sakınca görmüyorum. Azureus'tan başka bir torrent programı kullanıyorsanız, torrent dosyasını buradan indirebilirsiniz.

Şimdi sırada romantik filmler var:

Im Juli (Temmuzda) (2000)
Romantik, sihirli, güzel bir film. Öykünün naif yerleri var ama insanı fazla rahatsız etmiyor. Şiddetle önerilir. Filmin bir yerinde Fatih Akın da oynuyor ve rolü mükemmel :)

Anlamadığım yerler:
  • Juli Daniel'e neden aşık oldu, aşkı neden sürdü? Elektriğin karşılıklılığını hissedemedim/etkileşim "sense yapmadı".
  • Daniel filmin başında Fizik dersi veriyor, yine filmin bir yerinde o derste anlattığı eğik atış hesabını yapmak zorunda kalıyor, ama filmin başka bir yerinde müzik öğretmeni olduğundan bahsediliyor???

Before Sunrise (1995)
Harika bir aşk film, şiddetle önerilir. Celine ve Jesse kadın erkek ilişkilerini uzun uzun konuşurken bir yandan da kısa süre içinde romantik bir ilişkinin hemen tüm aşamalarından geçiyorlar. Film Celine ve Jesse arasındaki elektriği gerçekten hissettiriyor. Normal olarak, filmi izleyince Julie Delpy'e aşık oldum :>

Filmi izlemek kitap okumaya benziyor, filmde kesintisiz sahnelerde uzun diyaloglar var. Devam filmi olan Before Sunset (2004) hakkında da çok güzel şeyler okudum, onu da izlemek farz oldu. Birgün siz de böyle bir masalın kahramanı olabilirsiniz diyerek bir sonraki filme geçelim:

A Little Romance (1979)
Aslında bu filmi çocukluğumdan beri izlemedim ama o zamanlar beni o kadar etkilemişti ki, geçenlerde IMDB'nin detaylı aramasında yarım saat uğraşıp sonunda filmin ismini buldum :) Ne yazık ki torrent'i mevcut değil, herhalde tekrar izleyebilmek için DVD'sini alacağım.

Filmde Paris'te başlayıp Venedik'e uzanan bir aşk hikayesi anlatılıyor. Amerikalı genç kız (Lauren) ve Fransız genç (Daniel) aşık olurlar. Venedik'teki Sigh Köprüsünün altından ayışığında gondol ile geçerken öpüşen aşıkların aşklarının sonsuza dek sürdüğüne dair bir efsane öğrenirler ve evden kaçıp Venedik'e doğru yola çıkarlar. Aileleri de peşlerine düşer...

Bu alıntı IMDB'den:
Daniel: ...that legend is just another one of your damn lies.
Julius: You could make it true. What are legends anyway but stories about ordinary people doing extraordinary things? Of course, it takes courage and imagination... not everybody has that. I may be an old fraud Daniel, but I do know this: something that two people who are in love create together against impossible odds, can hold them together... forever.

...


Sigh Köprüsü, Venedik

Televizyon Dizileri

Prison Break (2005)
Hoş bir dizi, sürükleyici. Dizi temelde Scofield karakteri üzerine kurulu. Arkadaş (oldukça) yakışıklı, ahlaklı, zeki (ilk sezonun ilerleyen bölümlerinden birinde "dahi" ilan ediliyor), "You gotta do what you gotta do" modunda, hedefi için yapılması gereken birşey varsa, ne kadar imkansız görünse de yapmaktan çekinmiyor...Gay eğilimlerimin olmadığını anlamama yardımcı olduğu için kendisine müteşekkirim :)
Avukat Veronica'yı oynayan Robin Tunney'in oyunculuğu kötü bence, aşırı dramatik ve hatta itici...

Futurama (1999)
MS 3000 yılında geçen bir çizgi dizi. Fena diil. Altında Simpson'ların yaratıcısı Matt Groening imzası var. Bazı espriler "lame", dizinin daha iyi bir espri kadrosuna ihtiyacı var(mış). Futurama hakkında notlar:
  • Simpsonlar'dan da aşina olduğumuz standart komedi öğelerinin/öykü akışının yanında dizinin alışılmadık iki özelliği var: Bender'ın tüm şeytaniliğine rağmen intihar eğilimli olması (Bender ve Fry "Suicide Booth" sırasında tanışırlar). İkincisi de dizi boyunca tutarlılıkla süren hafif erotik göndermeler.
  • Favori bölümlerim "Godfellas" ve "A Pharaoh to Remember".
  • Bilirsiniz komedi dizilerinde genellikle bencil, "pure evil" ama sempatik anti-kahramanlar vardır. Mesela South Park'taki Eric Cartman ve Simpsonlar'daki Bart Simpson. Futurama'daki şeytani karakter ise Bender (tam ismi Bender Bending Rodríguez, Meksika'da üretilmiş bir demir bükme robotu). Kendisinde içki, sigara, kumar, hırsızlık ve başka sayılamayacak kadar çok kötü huy mevcuttur.
  • Kaptan Zapp Brannigan karakteri mükemmel, bir karakter ancak bu kadar itici olabilir :)
  • Favori kahramanım elbette Dr. Zoidberg :) Kendisi sol üst tarafta resmini gördüğünüz, yengeç/ıstakozumsu bir uzaylı. Zoidberg'den bir alıntı yapalım :) :
    "Hooray for me, hooray for Zoidberg!"
  • Leela'yı Evli ve Çocuklu'daki Peg rolü ile tanıdığımız Katey Sagal seslendirmiş.
  • Bender'ı John Di Maggio diye biri seslendirmiş, ve muhteşem bir iş çıkarmış.
  • Dizinin seslendirme yıldızı ise Billy West, kendisi Fry/Dr. Zoidberg/Profesör Farnsworth/Kaptan Zapp Brannigan ve Nixon'ı mükemmel bir şekilde seslendirmiş.
  • Dizideki diğer efsane robot karakterler: Rahip, mafya babası ve sürekli itilip kakılan küçük İngiliz çocuk.

  • Bender: Crawl pigs! The pharaoh has spoken!
Son söz: Yardımınıza ihtiyacım var...

Arkadaşlar, önceden izlediğim ve ismini bilmediğim iki film var. Bunların isimlerini biliyorsanız yorum olarak yazabilir misiniz? Şimdiden çok teşekkürler... Filmler hakkında belleğimde harika bir tattan başka pek birşey kalmadı, hatırladıklarımı aşağıya yazıyorum:

  1. İlk film muhtemelen Küba krizi zamanında bir Amerikan kasabasında geçiyor. Filmde nükleer savaş korkusu ile ilgili şeyler var, örneğin bir adam evinin bodrumuna sığınak falan yapıyordu. Hatta iki genç orada kilitli kalıyordu. Yanılmıyorsam kriz vs. o tür şeylerden hiç bahsedilmiyor, sadece nükleer saldırı endişesi var.

    Ayrıca kasabada çılgın bir sinema salonu sahibi var. Bu adamın salonunda gösterdiği korku filmlerinin daha etkileyici olması için koltuklara titreşim, salona duman vermek vs. gibi enterasan fikirleri var. Hatta bir film gösterimi esnasında tüm bu fikirleri uyguluyor, dahası bir personeline filmdeki canavarın kostümünü giydirip salona salıyor, milletin ödünü koparıyordu. Masum çocuksu, aydınlık bir filmdi. Filmin adı bu salonla veya karıncalarla falan ilgili birşeydi galiba. Film 70'lerde çekilmiş olmalı.

  2. Bu film hakkında daha az şey hatırlıyorum. Filmin yapımında bir Kanada bağlantısı vardı, Kanada-Amerikan ortak yapımı olabilir. Çocukluk ile ilgili bir film. Filmden kesin hatırladıklarım: Bir çocuk vardı, babası üveydi. Üvey baba harika biriydi. Filmden unutamadığım bir sahne: Bir gece üvey baba, anne ile yıldızların altında oturlarken göğe uzanıp bir yıldız alıyor ve eşine veriyor.

    Çok emin değilim ama şu olaylar da muhtemelen aynı filmde geçiyor: Çocuklar (sanırım iki çocuk, biri babası üvey olan, bunlar kardeş de olabilir) mahallede bir uzay gemisi yapıyorlar, ve uzaya gidecekler. Bunlara inanmayan çocuklar var. Sanırım üvey baba mekiği yaparken çocuklara yardımcı oluyor. Neyse, sonunda mekik tamamlanıyorlar ve ikisi binip motorları ateşliyorlar :) Gemi ortadan kayboluyor ve çocuklar uzaya gidiyor. Bu elbette zekice yapılmış bir plan, uzaya gittikleri falan yok ama mahalledeki tüm çocuklar bu numarayı yutuyor... 1 numaralı film gibi bu da masum, çocuksu ve masalsı bir filmdi. Film muhtemelen 80'lerde çekilmiş.